Você está na página 1de 39

* EskiTaş-YontmaTaş Devri

(M.Ö.2.000.000-8000 arası)

* Cilalı Taş Devri


(M.Ö.8000-5000 arası)

* Bakır Taş Devri


(M.Ö.5000-3000 arası)

* Erken Bronz Devri


(M.Ö.3000-2000 arası)

* Orta ve Geç Bronz Devri


(M.Ö.2000-1200 arası)

* Geç Hitit Şehir Devletleri


(M.Ö.1200-700 arası)

* Urartu Krallığı
(M.Ö.900-600 arası)

* Frig Krallığı
(M.Ö.700-550 arası)

* Lidya Krallığı
(M.Ö.700-550 arası)

* İyon Şehir Devletleri


(M.Ö.1000-600 arası)

* Pers Dönemi
(M.Ö. 550-330 arası)

* Hellenistik Dönem
(M.Ö.330-30 arası)

* Roma Dönemi
(M.Ö.30-M.S.395 arası)

* Bizans Dönemi
(M.S.330-1453 arası)

* Selçuklular Dönemi
(1071-1308 arası)

* Osmanlılar Dönemi
(1299-1923 arası)
(M.Ö.2.000.000 – 8.000 arası)
Yontma veya Eski Taş Çağı olarak da adlandırılan Paleolitik Çağ günümüzden yaklaşık 2 milyon
yıl önce başlamış ve M.Ö.12.000 yılında Mezolitik Çağa(Orta Taş Devri) geçilmiştir. Mezolitik
Çağ M.Ö.8000’de sonlanmıştır.
Bu çağ insanlarının bıraktıkları kültür verileri genellikle, çakmak taşından yontularak oluşturulmuş delici
ve kesici aletlerdir. Besin üretmeyi bilmeyen bu insanlar, yalnızca yaşadıkları ortamda bulunan yabani
sebze, meyve ve kökler ile avlandıkları hayvanları yiyerek beslenmişlerdir.

Taş alet yapan ilk insan yaklaşık 2.5 milyon yıl önce, Doğu Afrika'da ortaya çıkmıştır.
Anadolu’da ise 1,5 milyon yıl öncesine ait insan yerleşimlerine rastlanmaktadır.
Doğanın sınırlayıcı ve belirleyici baskısı altında yaşayan Paleolitik ve Mezolitik Çağ insanları kaya sığınaklarının
bulunduğu yerlerde mağara ve kayaaltı sığınaklarında barınmışlar, kaya sığınaklarının bulunmadığı yerlerde ise açık
havada kurdukları sığınaklarda yaşamışlardır.

İstanbul / Yarımburgaz Mağaralarında, Paleolitik Çağ


başlarından Bizans dönemine kadar gelen çeşitli kültürlerin izleri
tespit edilmiştir. İlk katmanlar içinde bulunan delici ve kesici
aletler ile çok sayıda hayvan kemiklerinin geçmişi 300 000 yıldan
daha eskilere gitmektedir.

Karain Mağarası. Antalya'nın 30 km. kuzeybatısında, doğal


mağaralardan biridir. Paleolitik dönemlerin başından Tunç
çağlarına kadar yaklaşık 400.000 yıl sürekli yerleşme yeri
olduğu tesbit edilmiştir. Anadolu'da yaşayan ilk insanlara ait
taş ve kemik aletlere ve bu ülkede gelişen sanatın en eski
örneklerine burada rastlanmıştır
Bunlar, o dönem insanlarının yaşama biçimini yansıttığı gibi,
Anadolu'nun bitki, hayvan ve iklimi hakkında da açıklama
yapılmasını sağlamaktadır.

Tuz Gölünün batısındaki Dursunlu, 900 bin yıl


öncesine tarihlenmektedir.
Anadolu'nun bilinen en eski Paleolitik Çağ
tabakalanmasının keşfedildiği Kaletepe'de ise 1,5
milyon yıl öncesine ait aletler bulunmuştur.
Bunlar arasında en seçkin örnekler obsidiyenden
biçimlerdirilen el baltalarıdır.
(M.Ö. 8.000 – 5.000 arası)

Neolitik Çağ (Cilalı Taş Çağı) insanı, bazı bitkileri tarıma almış, birçok hayvanın da evcilleştirilmesini
gerçekleştirmiştir. Böylelikle avcılığın yerine hayvancılık, toplayıcılığın yerine ise tarım geçmiştir.
İnsanoğlu ilk kez bu dönemde, doğa ile ilişkisini kendi lehine çevirmeyi başarmıştır. Üretimle birlikte
gelen yerleşik yaşam, köylerin ve giderek kentlerin kurulmasına yol açmıştır.

Geç Neolitik dönemin sonlarında Konya Ovası ve Göller Yöresi yerleşmeleri nedeni bilinmeyen birtakım
yıkıcı felaketten olumsuz olarak etkilenmişlerdir. Birçok yerleşme yeri büyük yangınlardan sonra terk
edilmiş, batıya taşınan Çatalhöyük gibi kimileri de yer değiştirmiştir.
M.Ö.7300-6750 yılları arasında yerleşmeye sahne olan
Çayönü özellikle mimarisiyle dikkat çeker.
Dünyanın bilinen en iyi korunmuş ve en eski yerleşim
yerlerinden biridir.

Aşıklı Höyük günümüzden 10.000/9.000 yıl öncesine tarihlenen Çanak


Çömleksiz Neolitik Çağ'ın Orta Anadolu'daki büyük bir merkez yerleşmesini
oluşturmaktadır. Tarım, toplayıcılık, avcılık, post ve deri işçiliğinin yanısıra
obsidien, kemik, boynuz alet endüstrisi ve büyük olasılıkla ticaret, Aşıklı
halkının uğraş alanları içindedir. Aşıklıhöyük’de evler gruplar halinde tek, iki
veya üç gözlü olarak inşa edilmiş olup aralarında sokaklara rastlanmıştır.

GöbekliTepe'deki buluntulardan, Neolitik Çağda yaşayan atalarımızın yalnızca


yaşamda kalma savaşı vermedikleri, doğaüstü güçlerin ya da tanrıların varlığına
inandıkları, dinsel törenler düzenlediklerini anlaşılmıştır.
İnançları simgeleyen hayvan ve insan kabartmalarıyla süslü tapınaklar, dev
boyutlu dikili taşlar bulunmuştur. Bu da uygarlığın, sanıldığı gibi, Filistin ya da
Mezopotamya'da değil Anadolu'da doğduğunu göstermektedir.

Erken Neolitik Çağ yerleşmelerinden en ünlüsü yaklaşık olarak 7000-6500 yılları


arasına tarihlenen Çatalhöyük’tür. Doğu Çatalhöyük’ün Erken Neolitik Çağ
yerleşmesi 1000’den fazla konut ve 5-6 bin kişiyi bulduğu söylenen nüfusuyla
Yakındoğu’nun bilinen en büyük köy ya da kasabalarından biri durumundadır.
Çatalhöyük’te ortaya çıkarılan en önemli bulgulardan biri de M.Ö. 6000 yılına
tarihlenen dokuma parçasıdır. Dokuma kadar önemli başka bir uğraş da, neolitik
Çatalhöyük’te sınırlı amaçlarla da olsa, bakır ve kurşunun kullanılmış olmasıdır. Bu
durum, Çatalhöyük’ün, metal kullanmayan neolitik toplum tarımına uymayan bir örnek
olduğunu göstermektedir.
Geç Neolitik dönemin sonlarında Konya Ovası ve Göller Yöresi yerleşmeleri nedeni bilinmeyen birtakım yıkıcı felaketten
olumsuz olarak etkilenmişlerdir. Birçok yerleşme yeri büyük yangınlardan sonra terk edilmiş, batıya taşınan Çatalhöyük gibi
kimileri de yer değiştirmiştir.
(M.Ö. 5.000 - 3.000 arası)

Taş aletler yanında bakırın da kullanılmaya başlamasından dolayı BakırTaş Çağı olarak da
adlandırılan bu çağda bölgesel özellikler hakimdir. Gelişkin tarım ve hayvancılık, insanın
sosyal yapısındaki değişimleri giderek çabuklaştırmıştır.

Yöneticiler, din adamları, çeşitli zanaatçılar gibi farklı grupların yanısıra anıtsal mimari,
savunma ve sulama sistemleri, uzak mesafe ticareti ile lüks/prestij maddelerinin ticareti
gelişmiştir.
Anadolu’da bugüne kadar tanınan en gelişmiş Erken Kalkolitik kültür Hacılar’da karşımıza
çıkmaktadır. Evler arasındaki dar sokakları ve yerleşmenin etrafını çevreleyen kerpiç
koruma duvarı ile Hacılar bir kent görünümündedir. Bitişik düzendeki evlere geniş avludan
açılan kapılardan girilir. Evlerdeki geniş mekanlarda küçük bir kutsal alan, işlik, kuyu ve
çanak çömlek atölyeleri bulunmaktadır.
Oval ağızlı kaseler, küre gövdeli çömlekler, iri vazolar, dikdörtgen çanaklar, küpler ve
testiler değişik kap formları arasındadır. Neolitik Çağın devamı olan pişmiş toprak tanrıça
heykelciklerinin çoğu oturur durumda ve daha şematik olarak yapılmıştır. Taş, kemik ve az
sayıdaki bakır eşya da aynı geleneğin devamıdır.

Geç Kalkolitik Çağın Batı Anadolu’daki önemli yerleşme birimlerinden


biri de Beycesultan’dır. Yapıların içinde duvarlara destek görevi
yapan payeleri, ocak yerleri, duvar kenarlarında sekileri, içleri sıvalı
silo / erzak bölümleri bulunmaktadır. Beycesultan’da bir çömlek
içinde ele geçmiş olan gümüş yüzük, bakır aletler, hançer parçası ve
üç iğne maden aletler bakımından önemli bir grubu oluşturur.

Alişar ve Alacahöyük’de dikdörtgen planlı kerpiç yapılara ait kalıntılar ve


kahverengi, siyah, koyu gri renklerde çanak çömleklere rastlanmıştır. Tek
renkli olan seramiklerin bazısı çizi ya da oyma bezeklidir. Kap formları
arasında meyvelikler, maşrapalar ve küpler çoğunluktadır.

Konya Ovasını Çukurova’ya bağlayan doğal yol üzerindeki konumu gereği Canhasan, bu
bölgeler arasındaki ticari ve kültürel bağlantıyı sağlayan bir yerleşim yeri durumundadır.
Hacılar’a benzer dikdörtgen planlı evlerin duvarları geometrik motifli resimlerle
bezelidir. El yapımı, ince çeperli seramik krem ya da devetüyü astarlıdır. Bakırdan bir
bilezik, topuz ya da asa başı ile bazı bakır parçalar Canhasan’ın önemli bakır buluntuları
arasında yer alırlar.
(M.Ö. 3.000 - 2.000 arası)
Erken Tunç Çağı, üzerinde tapınak ve idari binaların da bulunduğu organize, tahkimli, bağımsız
şehir devletlerinden oluşan bir dönemi kapsar. Sosyal, dinsel ve teknolojik değişime tanıklık eder.

Bu yeni dönem, önceki çağların tarım hayvancılık, dokumacılık, çömlekçilik gibi buluşlarına, daha
güçlü silahların üretilmesine, daha ince süs eşyalarının yapılmasına olanak veren bakır ve kalay
alaşımı olan tuncun keşfini eklemiştir. Bakırın kalay ile karıştırılarak tuncun elde edilmesi dönemin
madenciliği açısından önemli bir gelişmedir.

Bu dönemin en önemli teknolojik


buluşu kağnı biçimindeki dört
tekerlekli arabadır.
Erken Tunç I, II, III olarak incelenen bu evrenin ilk döneminde daha çok, Kalkolitik dönemin tarıma dayalı köy kültürü
sürdürülmektedir. Bronz alet kullanımı çok yaygın değildir. Yapılar yine taş temeller üzerine kerpiçten megaron planlı
olarak inşa edilmiş olup, bazı yerleşim alanlarının etrafı bir surla çevrilmeye başlanmıştır

Ölüler artık yerleşim alanı dışına, ölü armağanlarıyla birlikte ve bacaklar


karına çekik durumda gömülmektedir. Çağın inanışlarındaki bir başka özellik
de daha çok Batı Anadolu'da rastlanan keman biçimli mermer idollerdir.
Anatanrıça'yı temsil eden bu idoller eski dönemin gerçekçi figürinlerinin
aksine tümüyle soyutlaşmışlardır.

Bu evrede Anadolu'da yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan en


önemli yerleşim yerlernden biri Troia’dır. Savunma için kent stratejik
bir noktada kurulmuştur. Yapı katlarının ortasına, yöneticinin sarayı
kondurulmuştur. Troia’lıların evleri de onun çevresine sıralanmıştır.
Temelleri taştan, üst kısımları kerpiçten olan bu evlerde yatılacak
sedirler bulunmaktadır. Yiyeceklerin saklandıkları çukurlar ile masaya
benzer yükseklikler de onları tamamlamıştır.

Erken Tunç II, Orta Anadolu'da güçlü beyliklerin ortaya çıktığı bir
dönemdir. Bunlar içinde Alacahöyük'ün özel bir yeri vardır.
Alacahöyük'ün en önemli özelliği Kral Mezarları olarak adlandırılan 13
gömüdür. Mezar armağanları Troia hazineleriyle çağdaş olup benzer
nitelikte altın, gümüş, elektrum, tunç ve demirdendir.
Erken Tunç II döneminin sonlarında Batı ve Güney Anadolu'da büyük
yangın izlerine rastlanmıştır. Birçok yerleşimin ıssızlaşması bu ortak
felaketle ilgili görülmektedir.

M.Ö. 2300 yıllarında ortaya çıkan bu felaketten sonra Erken Tunç III evresine gelinir. Yerleşim yerleri önceki
dönemin özelliklerini küçük farklarla sürdürmelerine rağmen çoğu küçük birer köy niteliğindedir. Dikkat çekici bir
gelişme görülmeksizin 500-600 yıl kadar yaşayan bu köysel yerleşimler M.Ö. 1700 yıllarında son bulmuştur.
(M.Ö. 2.000 - 1.750 arası)

M.Ö. 2. binin başlarında Tunç Çağının orta dönemine girilir. Orta Tunç Çağı, aynı zamanda
Asur Ticaret Kolonileri çağı ve Eski Hitit Çağı olarak adlandırılır.

Bu dönemin başlangıcı aynı zamanda Anadolu’da yazılı tarihin ve Orta Tunç Çağı’nın
başlangıcıdır. M. Ö. 1960 yıllarında Kuzey Mezopotamya’daki Eski Asur Devleti, Anadolu ile
gelişmiş bir ticaret sistemi kurmuştu. Bu dönemde Anadolu’da büyük grubunu Geç Hattiler’in
oluşturduğu feodal şehir krallıkları egemendi.
Orta Tunç Çağı döneminde Asur'dan gelen tüccarlar sayesinde Anadolu'da
ticaret ‘karum’ denilen ticaret merkezleri kurulmuştur. Bunların başında
merkez pazar olan Kültepe’de aşağı şehirde kurulmuş Kaniş Karum’u
gelmekteydi. Anadolu Karumlarının hepsi Kaniş Karum’una, o da Asur’a bağlı idi.

Mezopotamyalılar Asur’un öncülüğünde Kuzey komşuları ile geniş ve sistemli ticari


ilişkiye girmişlerdi. Asurlu tüccarlar Anadolu'ya kalay ve kumaş getirmişler,
Anadolu'dan gümüş, altın, işlenmiş bakır götürmüşlerdir.
Beraberlerinde Anadolu’ya yabancı olan dillerini, çivi yazılarını ve silindir mühür
geleneğini de getirmişlerdi. Böylece, Anadolu İ. Ö. 1950 yıllarından itibaren yazılı tarih
çağlarına girmiş oldu.

Kültepe'de bulunan çivi yazılı tabletlerin sayısı 20.000'i bulmaktadır.

Asur Ticaret Kolonileri Çağında yerli krallar tarafından yönetilen ve ticaretin de başkenti
olan Kaniş karumunda ele geçen çivi yazılı belgeler devrin politik, ekonomik ve sosyal yaşamı
hakkında önemli bilgiler vermektedir.
Edindiğimiz bilgiler ışığında, Mezopotamya kanunlarının aksine, bu devirde Anadolu'da kadın
için başlık parası ödenmediği, kadına boşanma hakkı tanındığı görülmektedir. Kadınlar ticari
işlerde faal bir şekilde yer alır, kendi adlarına mülk edinebilirlerdi. Kadınların sahip oldukları
tüm bu haklar, o çağ Anadolu toplumun anaerkil bir yapı gösterdiğini düşündürmektedir.

Koloni Çağı’nın sonlarında Kültepe Karum’u Orta Anadolu’nun birçok yeriyle birlikte M.Ö. 1725 yıllarında bir yangınla son
bulmuştur. Olasılıkla yerli beyler arasındaki çekişmelerden kaynaklanan bu olaylardan sonra Hitit Devleti belirmeye
başlamıştır.
(M.Ö. 1750-1200 arası)

Geç Tunç Çağı, başkenti Boğazköy-Hattuşa olan Hitit İmparatorluğu'nun dönemidir.

Hititler, Asurluların Anadolu’ dan çıkmak zorunda kalmasıyla devlet idaresini ellerine almışlar
ve Anadolu’nun yerli halkıyla kaynaşıp Hitit Devleti’ni kurmuşlardır.
Hitit tarihi M.Ö. 1650 - M.Ö. 1450 Eski Krallık Devri ve M.Ö. 1450 - M.Ö. 1200
İmparatorluk Devri olmak üzere iki safhada incelenir. Hitit Devleti'nin kuruluşundan
itibaren, sanattaki Mezopotamya'lı unsurlar kaybolarak, Anadolu'nun yerli sanatıyla
birleşmiştir. Sanatta, boyutları büyümüş anıtsal eserler ortaya çıkmıştır. Mabetler,
saraylar, sosyal yapılar, kaya kabartmaları ve orthostatlarla (bina cephelerinde alt
sırada yer alan kabartmalı taşlar) önceki sanattan ayrılır.

Kentlerinin ortak özellikleri, belirli aralıklarla inşa edilen kulelerle donatılmış, sağlam sur
duvarlarıdır. Şehirler sur duvarları, merdiven ve yeraltı tünelleri ile donatmışlardır. Kent
kapıları sabah açılır akşam kapatılırdı. Düşman tehlikesinde hayvanlar da sur içine alınırdı.
Hiti mimarlığının en büyük özelliği asimetrik oluşudur. Yapılarının dış ve iç düzenlerinde
simetri kullanmamışlardır.
Evler kerpiçten ve birbirlerine bitişik ve düz damlı yapılırdı. Isınma, pişirme ihtiyacı
ocaklar ve fırınlar vasıtasıyla gideriliyordu. Sokağa açılan kapıdan etrafında odalar olan bir
avluya giriliyordu. Cadde ve sokaklar bir arabanın geçebileceği genişlikte idi. Sokaklarda
çöp çukurları bulundu.

I. Şippiluliuma (M.Ö.1380-1345) idaresinde Hititler en parlak dönemlerini yaşadılar. Babil


ve Mısır'la birlikte döneminin üç büyük devletinden biri oldular.
Mutavalli (M.Ö.1315-1282) Hitit İmparatorluğunun en büyük ve en başarılı krallarından
biridir. Kadeş Savaşında Mısır Kralı II.Ramses’i büyük bir yenilgiye uğratmıştır. Bu savaşla
ilgili bilgiler Karnak, Luxor, Abydos, Ramasseum tapınaklarının duvarlarında kazılıdır.
Mısır yazılı kaynakları, Hititlerin casusluk ve haber alma teşkilatının mükemmel, ani baskın
taktiklerinin ustalıklı olduğunu yazarlar. Bu savaş sonucu Ramses geri çekilmiş, Hititler
şam'a kadar dayanmış ve bu bölgeyi talan etmişlerdir. Suriye ve Amurru devletlerinde
Mısır egemenliği sona ermiş, Hitit egemenliği başlamıştır.

Büyük Hitit Krallığı döneminin sonunda, takriben 1200 yıllarında batıdan gelen ve Deniz Kavimleri diye adlandırılan
toplulukların istilası ile Hitit İmparatorluğu son bulmuş ve Hititler yaşamlarına şehir beylikleri halinde devam
etmişlerdir.
(M.Ö. 1200-700 arası)

M.Ö. 1200’lerde batıdan gelen Ege Göçleri'nin saldırılarından kurtulabilen Hititler güney ve
güney - doğu Toroslar’ın dağlık bölgelerine çekilerek yaşamışlar ve her biri birbirinden
bağımsız kent krallıkları kurmuşlardır.

Bundan sonra bir daha merkezi bir Hitit Devleti kurulamamış, Hitit geleneği, bu Hitit
Beylikleri tarafından Asurlular’ın sürekli saldırıları ile tarih sahnesinden silindikleri devir
olan M.Ö. 700 yıllarına kadar devam ettirilmiştir.
Büyük Hitit İmparatorluğu zamanından beri en önemli merkezlerden biri
Gaziantep'te bulunan Kargamış olmuştur. Bu dönemde Hitit krallık ailesinden vasal
krallar tarafından yönetilen Kargamış, Hitit İmparatorluğu yıkıldıktan sonra bir
Geç Hitit Devleti olarak varlığını sürdürmüştür.
Bu merkezin en önemli tanrıçalarından biri de Kubaba'dır. Burada büyük saygı gören
Kubaba daha sonra Anadolu'da Kybele adıyla yaşayacaktır.

Geç Hitit şehirlerinin etrafı sularla çevrili olup bu şehirlerde idari ve dinsel işlevli
anıtsal yapılar, yerleşmenin tepesinde ek bir savunma sistemiyle korunan ana
bölümü oluşturmaktadır. Kentler, sarayları, caddeleri, anıtsal merdivenleri ve
meydanları ile birlikte bir bütün olarak planlanmıştır. Saraylar, çoğunlukla bir avlu
çevresine yerleştirilmiş birbirlerini bütünleyen yapılardan oluşmuştur. Hilani adı
verilen, girişi sütunlu, dikdörtgen planlı bu yapılar dönemin özgün bir mimarlık
örneğidir.

Zamanla Asur etkisine giren Geç Hititler sanatının son


evresinde iki yenilik görülür. Bunlardan birisi dönemin özgün
mimarlık örneği olan hilani denilen girişi sütunlu, dikdörtgen
planlı malikane tarzı yapılardır. Diğeri ise kabartmalı ve
üzerinde yazıların yer aldığı mezar stelleridir.
Steller üzerindeki figürler, Geç Hitit devlerinde toplumun
sınıflı olduğunu ve en azından elit kesimin okur-yazar
olduğunu gösterir.

Geç Hitit şehir krallıkları kültürünün ortak bir karakteri de Hitit hiyeroglif yazısıdır. Artık Hitit çivi
yazısının kullanılmadığı bu devir kabartmalarında Hitit hiyerogliflerinin yer aldığı görülmektedir.
(M.Ö. 900-600 arası)

Urartular M.Ö. I. binin başlarında Van Gölü çevresinde bir devlet kurmuşlardır. Urartu toprakları
yüksek ve kayalık dağlarla çevrili düzlüklerden, platolardan, dar ve derin vadilerden meydana gelmiştir.

Urartu tarihinin önemli bir bölümü güneydeki büyük düşman Asur ile mücadeleye
odaklanmıştır.
Doğu Anadolu’nun sert doğa koşullarına uymak zorunda kalan Urartular
hayvancılık ve ziraatte başarılı olmuşlardır. Doğu Anadolu Bölgesi hayvan
yetiştirilmesine uygun olduğu kadar ziraate de elverişli ovalara ve zengin maden
filizlerine sahiptir. Bölgenin bu doğal zenginlikleri, Mezopotamya kavimlerinin
eski zamanlardan beri dikkatini çekmiştir. Bundan dolayı bu topraklar sık sık
Asur akınlarına uğramıştır. Bu akınlara karşı koymak zorunda kalan Urartular İ.
Ö. I. binin başlarında birleşerek merkezi bugünkü Van (Tuşba) olan Urartu
Devletini kurmuşlardır.

Urartular Asur etkisinden kendilerini kurtaramamışlar ve


başlangıçta onların dilini, yazılarını kullanmışlardır. Çivi yazısını
kullanmış olan Urartular’ın dillerini okumak, ele geçen Asur ve
Urartu dillerinde yazılmış iki yazıt ile bu dili çözmek mümkün
olmuştur.
Ele geçen Urartu çivi yazılı tabletleri sayıca çok az olup kontrat ve
mektuplardır. Urartular’ın en önemli kitabeleri taş levhalar
üzerinde bina bloklarında veya kayalar üzerindedir. Bunun yanında
Hitit hiyeroglifine benzeyen bir çeşit resim yazısını da
kullanmışlardır.

Urartu çivi yazılı belgelerde Urartu krallarının kazandıkları


zaferlerden, ele geçirdikleri esir ve ganimetlerden, inşa edilen sulama
kanalları, kaleler ve mabetlerden söz edilmektedir. Büyük su kanalları,
suni göller yapan, araziyi sulamada ve bataklıkları kurutmada büyük
başarı elde eden Urartular’ın bütün bu özelliklerini Asurlular’ın
bırakmış oldukları belgeler de doğrulamaktadır. Asur kralları Urartu
topraklarının bereketinden, mabet ve resmi depolarının zenginliğinden
metinlerinde söz etmişlerdir.

Urartular, yaptırdıkları baraj ve sulama kanallarıyla, Doğu Anadolu Bölgesi'nde ilk kez sulamaya dayalı
modern tarımı başlattılar.
Halen, bölgede bulunan sulama tesislerinin %12'si, geçirdiği küçük onarımlarla 2800 yıldan beri çalışmaya
devam etmektedir.
(M.Ö. 700-550 arası)
Frigler, Ege Göçleri ile Anadolu’ya gelen Balkan kökenli boylardan biridir. Ancak siyasi bir topluluk olarak ilk
defa MÖ 750’den sonra ortaya çıkmışlardır, Kral Midas döneminde ise (MÖ 725-625) bütün Orta ve
Güneydoğu Anadolu’ya egemen, güçlü bir krallık düzeyine ulaşmışlardır

Uygarlık ve sanatta ileri bir düzeye erişen Friglerin maden ve ağaç işçiliğinde, dokumacılıkta
üretikleri eserler Hellen dünyasında beğeni kazanmış ve Hellenli ustalar tarafından taklit
edilmişlerdir.
Frig mimarisinin ve mühendisliğinin en önemli ürünü M.Ö. 8. yy’da inşa edilmiş olan
başkent Gordion’daki kaledir. Kale, 400 yıl kadar ayakta kalmıştır. Kalenin anıtsal
bir kale kapısı vardı. Kalenin içinde ise megaron denilen dikdörtgen yapılar ve
krallık sarayı bulunuyordu. Yapıların içinde çakıl taşı mozaik döşemeleri vardı.
Frigler bu bezemeci döşeme yönteminin mucididirler.

Frigler maden ve ağaç işlemeciliğinde de gelişmişlerdi. Kazılarda makara kulplu bronz


tabaklar, kazanlar, altın, gümüş ve bronz yaylı çengelli iğneler, değerli madenlerden giysi
kemerleri, tokalar ve zengin bezemeli dokuma ürünleri, ahşaptan ve seramikten hayvan
heykelcikleri ve geometrik desenlerle süslü ev eşyaları bulunmuştur. Özellikle çengelli iğne
(fibula) yapımında kullandıkları teknolojinin o döneme göre çok ileri olduğu görülür. Frigler
dokumacılıkta çok ustaydılar. Günümüzde Anadolu kilimlerindeki ve diğer Türk
devletlerindeki binlerce yıllık motiflerin, Frig Motifleri'nde de var olmasının nedeni,halen
çözülememiştir. Friglerin müzik alanında da ileri oldukları ve birçok müzik aleti
geliştirdikleri bilinmektedir.

Frig kültürünün en önemli özelliği ise tümülüslerdir. MÖ 8. yüzyıl başlarından MÖ 6.


yüzyıl ortalarına kadar kullanıldıkları sanılan tümülüslerin büyük bölümü Gordion’dadır.
Bu yığma toprak mezarları kentin sırtlarında yeralır ve sayısı 100’e yaklaşır.
Friglerden önce bu yapılar Anadolu’da görülmemiştir. Frigya tümülüslerindeki mezar
odalarının ahşap yapısı çok ileri bir tekniğin eseridir. Ölüler önceleri yakılmadan ahşap
sedirler üzerine uzatılmış, MÖ 7. yüzyılın sonlarından itibaren de, Yunanistan’dan gelen
etkilerle yakılmaya başlamıştır. Ahşap mezar odasına ölü ve ölü armağanlarının
bırakılasından ve ahşap çatının kapatılmasından sonra, odanın üzeri büyük bir yığma
tepeyle örtülmüştür.

Kafkaslar üzerinden Doğu Anadolu’ya giren Kimmerlerle yapılan savaş sonunuda Frigya tamamen tahrip olmuştur. Batıya
kaçan Frigler, küçük beylikler halinde bir süre daha varlıklarını sürdürürlerse de Lidyalıların egemenliğine boyun
eğmişlerdir.
(M.Ö. 700-550 arası)
M.Ö. 7. yy’ın ilk yarısı içinde birdenbire parlayan Lidya Krallığı, Önasya dünyasının en ilginç
kültürlerinden biridir. Bu krallık ne tam anlamıyla doğulu, ne de tam anlamıyla batılı
devletlere benzemekte olup her iki bloğun siyasal ve kültürel etkilerinden oluşmuş yeni bir
Anadolu Krallığıdır.

Lydia devletinin M.Ö. 546 yılında son bulmasıyla İranlılar(Persler) Ege Denizi kıyılarına kadar
tüm Anadolu’yu ellerine geçirmişlerdir.
Lydia hayvansal, bitkisel ve madeni kaynaklar açısından çok zengin bir bölgede
yer almaktaydı. Dağları sık ormanlarla kaplıydı, vadilerinde buğday
yetiştirilmekte, büyük hayvan sürüleri otlatılmaktaydı. Nitekim Lydialılar
sonradan süvari birlikleri ile ün kazanmışlardır.
Başkent Sardes, tarihteki ünlü Kral Yolu’nun başlangıcıdır. Kral Yolu doğuya
doğru Asur Ülkesini geçerek Babil’e varmakta, buradan ikiye ayrılarak İpek
Yolu ile beraber gitmekteya da doğuya devam ederek Persepolis’e
ulaşmaktaydı.

Lydia’nın Anadolu’daki uygarlığa katkısı daha çok ekonomi dalında olmuştur. Altın
sikkeler basarak ticaretteki değiş-tokuş usulünü değer ekonomisine çevirmişlerdir.
Lydia'nın insanlık tarihine en büyük katkısı "para"yı icat etmiş olmalarıdır. Başkent
Sardes'in içinden geçen Pactalos Irmağı'nın alüvyonlarında doğal olarak bulanan altın-
gümüş karışımı "elektron" madeninden basılan ilk sikkelerin üzerinde Lydia Krallığının
arması olan aslan başı bulunuyordu. Sikke basımının daha iyi bir duruma gelmesi ve
elektron yerine altın ve gümüşten ayrı olarak sikke basımı Kral Kroisos zamanında
ortaya çıkmıştır.

Kroisos döneminde (MÖ 560-547) Lİdya devleti zenginliğinin ve kültürel


gelişiminin doruğuna ulaşmıştır. Dillere destan zenginliğin kaynağı, bağlı
bölgelerden alınan haraçlar, ticari gelirler ve ülkenin doğal zenginliklerinden
oluşuyordu. Lydia devletini gücünün doruğuna ulaştıran Kroisos'un adı şaşaalı
zenginlik ifade eder tarzda, hem Batı kültürlerinde hem de Karun şeklinde Doğu
kültürlerinde efsaneleşmiştir.

Lydia soyluları ölülerini, Friglerdeki gibi tümülüslere gömüyorlardı. Bu tümülüsler Sardes’in kuzeyinde
Marmara Gölü kıyısında yer alırlar. Bunlardan 355 m. çapında ve 61 m. yüksekliğindeki tümülüs Anadolu’daki
en yüksek yığma mezar örneğidir.
(M.Ö. 1000-600 arası)
İyon Şehirleri, ticaret yollarının bitiş noktasında bulunmaları, tarım ve deniz ticareti
sayesinde zenginleşmeleri sonucunda kültürel ve bilim yönüyle Anadolu medeniyetlerinin en
gelişmişini oluşturmuşlardır.

M.Ö. VIII.-VII. ve VI. yüzyıllarda en parlak devrini yaşayan İyon uygarlığı, V. yüzyılda Atina
uygarlığının doğmasında önemli rol oynamıştır.
İyonyalıların siyasal yapılanmaları bağımsız şehir devleti şeklinde idi. Şehir
devletlerinin temsilcileri "Panionion" adlı kutsal alanda dini ve siyasi amaçlar için
dönemsel olarak toplanmakla birlikte, hiçbir zaman ortak bir siyasi yapıda bir
araya gelmediler.
Tüm Karadeniz, Kuzey Ege, Güney İtalya ve Sicilya sahillerinde çok sayıda
koloni kurarak Akdeniz havzasındaki ticari üstünlüklerini geliştirdiler. Amasra,
Sinop, Trabzon, Batum, Kefe, Varna, Enez, Napoli, Sirakuza, Marsilya, Nis gibi
birçok kent ilk kez İyonyalılar tarafından kolonize edilmiştir.

Ön Asya ve Akdeniz ticaret yollarının kavşak noktasında bir ülke olmaları bilim ve
kültür alanında ileri gitmelerinin en önemli nedenidir. Bunun yanı sıra merkezi
otoriteye bağlı olmayan bağımsız kentler olarak örgütlenmeleri, özgür düşünce
geleneğinin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.
İyonya’da tıpta Hipokrat, tarihte Herodot, felsefe'de Diyojen, Herakleitos,
matematikte Pisagor, Thales gibi bilim adamları yetişmiştir. Milet'li Anaksagoras
İyonya felsefe ekolünü Atina'ya taşıyarak, Eflatun ve Aristoteles'in öncüsü
olmuştur.

Samos'taki Hera Tapınağı, Efes'teki Artemis Tapınağı ve Didim'deki


Apollon Tapınağı, M.Ö. 560 dolayında inşa edildiler. Daha sonra yeniden
inşa edilerek erken döneme ait izlerini kaybeden bu üç yapı, Batı
mimarisinin başlangıç noktası olarak kabul edilir.

İyonyalılar dönemlerindeki özgür ve halkın haklarını koruyan yönetimleri sayesinde baskı altında kalmadan bilim,
ticaret vb. şeylere yönelmişlerdir.Bu yaptıkları şeylerle dönemlerinde gelişmiş bir devlet olmuş ve gelecekteki çoğu
özgür devletin kurucusu olmuşlardır. İyonya dönemindeki halkı baskı altına almayan çok az sayıdaki ülkeden biridir.
(M.Ö. 550-330 arası)
Lidya hakimiyeti M.Ö. 546 yılında Persler tarafından yıkılmış ve Anadolu Pers egemenliği
altına girmiştir. Bu dönemde Anadolu’da var olan sanatta Pers etkileri görülmeye başlar.
Greko - Pers stili sanat eserlerinin yaratıldığı bir ortam oluşur.

M.Ö. 4. yüzyıl sonlarında, Makedonyalı Büyük İskender, Pers egemenliğine son vermiş ve
Anadolu’da Helenistik Dönem başlamıştır.
Persler hakimiyetleri altına aldıkları Anadolu’yu ‘Satrap’ adını verdikleri valilerce
yönetmişlerdir. Pers İmparatorluğu'nun güç kaybettiği dönemlerde Anadolu'da bulunan
satrapların bağımsız hareket ettikleri ve güçlü ordular kurdukları bilinen bir gerçektir. Zaman
zaman isyanlar olsa da bu isyanlar çok büyük tehdit oluşturmamıştır.
Pers yönetimi, yönetimi altındaki halkları, dinlerine, sanatlarına ve kurumlarına saygı
göstererek, vergiye bağlama dışında özgür bırakmıştır.
Pers İmparatorluğu hakimiyetindeki Anadolu’da en önemli satraplık, Mausollos zamanında
başkenti Halikarnas ile Karya satraplığıdır. Karya ülkesi, vergilerini ödeme dışında hiçbir Pers
etkisini kabul etmeyerek bağımsız bir krallık gibi hareket etmesi ile de bilinir.

Lidya başkenti Sardes’ten başlayarak Pers İmparatorluğunun


kalbi Persopolis’i kadar giden Kral yolu Persler tarafından
haberleşme ve istihbarat konularında çok etkin bir biçimde
kullanılmıştır. Hatta Perslerin Anadolu’da var olan bu eski yolu
tamir edip yenileyerek kullandıkları unutulmuş ve Kral Yolu
Perslere maledilmiştir.

Persler döneminde Anadolu'da liman şehirleri gelişmiş ve


zenginleşmiştir. Zengin satrap ailelerinin kullandıkları altın sikkeler ve
süs eşyaları Anadolu’nun çeşitli yerlerinde karşımıza çıkmaktadır.
Perslerin Anadolu’ya egemen oldukları 200 yıldan fazla süre boyunca
buradaki kent devletleri kendi paralarını basmışlardır.

Anadolu'da çok önceden itibaren kurulmuş yüksek ve kalıcı uygarlık, Pers etkisini azaltmış; Pers kültürü
Anadolu'ya egemen olamamıştır.
M.Ö. 4. yüzyıl sonlarında, Makedonyalı Büyük İskender, Pers egemenliğine son vermiş ve Anadolu’da
Helenistik Dönem başlamıştır.
(M.Ö. 330-30 arası)

Hellenizm, iki kültür öğesinin, Grek ve Önasya kültürlerinin karışıp kaynaşmasıyla oluşmuştur.

Büyük İskender’in M.Ö. 330’da Perslerin başkenti Persepolis’i işgaliyle Pers Dönemi sona
ermiş, Helenistik Dönemde Anadolu’nun büyük bir bölümü Pergamon(Bergama) Krallığının
etkisi altına girmiştir.

PERGAMUM
KINGDOM
Yazılı belgelerde Bergama'dan ilk kez M.Ö. 4. yüzyılın başlarında söz
edilir. Başkent olduğu dönemde saray, tapınak, tiyatro gibi yapılar inşa
edilmiş, kent kule ve surlarla çevrilmiştir. Krallık, Roma'ya
bağlandıktan sonra da Batı Anadolu'nun sayılı kentlerinden biri olarak
kalmıştır. M.Ö. 283'te bağımsız bir krallık olan Bergama , 150 yıl
süresince tarih, kültür ve ticaret merkezi olarak var olmuştur. Büyük
iskender'in ünlü hazinesini Bergama Kalesi'nde saklaması nedeniyle,
çeşitli krallıkların ve medeniyetlerin fethedilecek yer olarak gördüğü
kent, sürekli ilgi odağı olmuştur.

Bergama Krallığı zamanında Bergama dünyanın sayılı bilim ve kültür merkezi


olmuştu. MÖ 2. yüzyılda İskenderiyeli bilim adamları Bergama’ya yerleşti ve 200
bin rulo yazma yapıtın bulunduğu dünyanın ikinci büyük kütüphanesi burada kuruldu.
Bu kütüphanedeki bütün eserler Antonius tarafından M.Ö. 41 de Kleopatra’ya
armağan edilmek üzere Mısır’a kaçırıılmıştır.
M.Ö. 2.yy.da Mısırlılar Papirus satışını durdurunca, Bergamalılar keçi derisinden
yazı malzemesi üretmeye başladılar. Dünyaya ‘parşömen’i armağan ederek büyük bir
çığır açan, Bergamalılardır.

II.Eumenes döneminde Bergama krallığı Trakya'dan Toros'lara Ege


denizi'nden Kızılırmak'a kadar sınırlarını genişletmiştir. 38 yıl süren krallığı
döneminde Bergama en parlak dönemini yaşamıştır. Bergama'daki tüm
kalıntılar bu döneme aittir. Hierapolis(Pamukkale) bile bu dönemde yapılmıştır.

Onun ölümünden sonra Attalos (M.Ö.159-138) ve III.Attalos (M.Ö.138-133) krallığın kültürel gelişimini
sürdürmüşlerdir.Bu dönemde Antiokheia (Antakya) ile Alexandrai (İskenderiye) şehirleri Pergamon’un rakibi durumuna
gelmişlerdir. III.Attalos’un ölümünden sonra vasiyetinde Pargamon Krallığını Roma’ya bırakmış, ölümünden sonra Bergama
Krallığı toprakları üzerinde “Proivincia Asia” adı altında bir Roma eyaleti kurulmuştur.
(M.Ö. 30 – M.S. 395 arası)

Bergama kralı III.Attalos'un ölümüyle Anadolu'da Roma dönemi başlar. Roma döneminde
Anadolu kentleri, özellikle Bergama ve Efes, yeni bir kimlik kazanmış, sadece batı Anadolu
kıyıları değil tüm Anadolu bu zaman içinde yollar ve tapınaklarla donatılmıştır.

Anadolu’daki Roma Dönemi, 395 yılında Roma İmparatorluğunun Doğu ve Batı olarak ikiye
ayrılmasıyla son bulmuştur.
Bergama’nın vesayet yoluyla ve ‘Proivincia Asia’ adı verilerek Roma Eyaleti
olmasının ardından M.Ö.75 yılında Bithynia ve M.Ö.25’te de Galatia aynı
yolla Roma İmparatorluk eyaleti haline gelmişlerdir. Roma eyaletleri kah
savaş, kah anlaşma yoluyla tüm Doğu ve Batı Akdeniz dünyasına hakim olmuş
ve MÖ 27 yılında başa geçen Augustus ile de imparatorluğa dönüşmüştür.

Anadolu bu çağda, köklü geçmişinin ve kültür birikiminin de yardımıyla, Roma


Çağı'na ayak uydurmuş ve politik bağımsızlığı olmamasına rağmen, sanatını
devam ettirmiştir. Çeşitli ekollerin oluştuğu heykel sanatı Romalılarca çok
sevilen portre sanatına kolaylıkla uymuş ve kesintisiz Bizans Çağı içlerine kadar
sürmüştür. Anadolu'lu sanatkarlar sadece mermeri değil, bronz ve fildişi gibi
malzemeleri de gayet ustalıkla işlemişlerdir.

Roma’nın en önemli eyaletlerinden biri olan Küçük Asya’nın batı kıyılarındaki


kentler Roma Döneminde İtalya’daki Roma yerleşimleri kadar önemli kentlerdi. Bu
dönemde Anadolu’da agora, gymnasium, tiyatro, kütphane, çeşme ve hamam gibi
ticaret, bilim,kültür hizmeti sunan görkemli yapılara sahip kentlerin sayısı dikkate
değer biçimde çoktu. Pergamon. Ephesos, Magnesia ad Maendrum, Miletos, Priene,
Nysa, Hierapolis ve Aphrodisias Asia eyaletindeki önemli merkezler arasındaydı.

Roma Dönemi, kendinden önce Anadolu’da yaşanmış olan uygarlıklar ve kültür


mirasından yararlanmıştır. Mermer yatakları bakımından da çok zengin kaynaklara
sahip olan Anadolu, Hellenistik Çağ'da başlayan muntazam kent uygulamasını, Roma
Çağı'nda da devam ettirmiş, Aphrodisias, Ephesos, Perge ve Side gibi şehirleri
mermer heykel ve mimari yapıtlarla donatmışlardır.

Bunların dışında geleneksel Anadolu kültleri de hala devam etmektedir. Örneğin


Neolitik Çağ'ın Ana Tanrıça'sı Kubaba,
Kubaba bereketin sembolü olarak, Ephesos'da
"Kybele"
Kybele şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
(M.S. 330-1453 arası)
Roma İmparatorluğu'nun 395'te Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılmasıyla Merkezi
Konstantinopolis (bugünkü İstanbul) olan ve Doğu Roma İmparatorluğu da denen Bizans
İmparatorluğu bin yılı aşkın süre varlığını sürdürmüştür.

Doğu Roma İmparatoru I. Konstantin (Büyük Konstantin), 330'da imparatorluğun başkentini


Byzantion'a(İstanbul) taşımış ve yeni başkente, Constantinus'un kenti anlamına gelen
Konstantinopolis (Constantinopolis) adını vermiştir. İmparatorluk topraklarının önemli bir
bölümünü Anadolu oluşturmaktadır.
Bizans imparatorluğunun tarihi, gelip geçen imparatorların başarılarına ve
karşılaştıkları güçlüklere göre yükselme ve gerileme devrelerine ayrılır.
Başlangıçta eski Roma'da olduğu gibi imparator sülâleleri kısa ömürlü olmuş,
İmparatorluğun son sekiz yüzyılında ise uzun ömürlü sülâleler başa geçmiştir.
Bizans İmparatorluğu 7. ve 8. yüzyıllarda doğuda Müslüman ve Pers ordularının
saldırısına uğrarken, batıda Slavların tehdidi altında kalmıştır.

II. Basileios'tan sonra İtalya'da ve Balkanlar'da ayaklanmalar çıktı.


Doğuda Büyük Selçuklular Anadolu'ya akınlar düzenlemeye başladı. 1075
yılında Anadolu Selçuklu Devletinin kuruluşundan sonra Konstantinopolis’e
dayanan Selçuklular Bizans için önemli bir tehdit oluşturmaya başladılar.
I.Haçlı Seferi’nde talep ettiği topraklara kavuşamayan Bizans, 4.Haçlı
Seferi’nde başkentini kaybetme tehlikesiyle karşılaşmıştı. 1204'te
Konstantinopolis'i ele geçiren Haçlılar, kenti yağmaladılar ve Latin
İmparatorluğu kuruldu.

Parçalanan Bizans İmparatorluğu'nun diğer yerleri Haçlı önderlerin yönetiminde Latin


devletleri haline geldi. Haçlıların el koymadığı Bizans topraklarında ise İznik ve
Trabzon İmparatorlukları gibi bağımsız küçük Bizans devletleri kuruldu. İznik
İmparatorluğu ordusu 1261'de Konstantinopolis'e girip Latin İmparatorluğu
egemenliğine son vermiştir.
1352’den sonra Bizans İmparatorluğu,
Yunanistan'ın güneyindeki topraklar dışında,
dört yanından Osmanlı topraklarıyla çevrilmiş
bir ada haline geldi. 53 gün süren kuşatmanın
ardından Konstantinopolis Osmanlıların eline
geçti ve Bizans İmparatorluğu tarihten
silindi.
Bizans imparatorluğu altın çağını imparator jüstinianos döneminde yaşamıştır. Ünlü Ayasofya (M.S.537) onun
döneminde inşa edilmiştir. Aya İrini, Hora, Sergios ve Baküs kiliseleri ile Yerebatan ve Binbirdirek
Sarnıçları diğer ünlü Bizans eserleridir.
(1071 - 1308 arası)
Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi 1071’deki Malazgirt Savaşı’ndan sonra hızlanmış, 1075'te
İznik’i Bizans’tan alarak burayı başkent yapan Selçuklular bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir.

Böylece kurulan Anadolu Selçuklu Devleti, İlhanlıların son Anadolu Selçuklu sultanını tahttan
indirdikleri 1308'e kadar varlığını sürdürmüştür.
Anadolu Selçuklularında devlet toprakları hanedanın ortak mülküydü. Sultan
ülke topraklarını oğulları arasında paylaştırıyordu ve şehzadeler yönetimleri
altındaki bölgelerde yarı bağımsız hareket ediyorlardı. Bu, Anadolu Selçuklu
Devleti’ndeki taht kavgalarının ve şehzadelerin ayaklanmalarının önemli
nedenlerinden biriydi.

Anadolu Selçukluları döneminde ülkenin hemen her yerinde imarethaneler vardı.


Buralarda yoksul halka, öğrencilere ve yolculara parasız yemek verilirdi. Başlıca
eğitim kurumları medreselerdi.
Kent ve kasabaları birbirine bağlayan yollar üzerinde han ve kervansaray denen
konaklama yerleri vardı. Ulaşım ve ticaretin gelişmesine bağlı olarak bu tür
konaklama yerlerinin sayısı gittikçe arttı. Bu kurumların giderleri vakıflarca
karşılanırdı.

Anadolu Selçukluları ülkenin pek çok yerinde cami, han, kervansaray,


imaret, köprü, çeşme ve medreseler yaptırdılar. Beyşehir'deki Eşrefoğlu
Camii (1296), Anadolu Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşıyan en önemli
örneklerden biridir. Ağaç direkler üzerine kurulan, içi çini mozaik ve ağaç
oyma işleriyle süslenen tip camilerin başka örnekleri de vardır.

Anadolu Selçukluları ticarete ve yol güvenliğine büyük önem verdiler. Kervan yollarının
güvenliğinin sağlanmasına bağlı olarak Anadolu'da ticaret çok gelişti. Karadeniz ve Akdeniz'deki
limanlar önemli birer dış ticaret merkezi durumuna geldi.
Ticareti güvence altına alan devlet, karada haydutların, denizde korsanların saldırısına uğrayarak
malları yağmalanan tüccarların zararlarını karşılıyordu. Kervansaray ve hanlarda
konakladıklarında tüccar ve yolcuların güvenliği ve ihtiyaçları sağlanıyordu.
Anadolu Selçukluları’nda özellikle dokumacılık çok gelişmişti. Ayrıca Anadolu'nun çeşitli
bölgelerindeki demir, bakır, gümüş gibi madenler işletiliyordu.
(1299-1923 arası)
Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u alıp Bizans İmparatorluğunu yıkmasından
sonra Anadolu’nun her tarafında Osmanlı İmparatorluğu hüküm sürmeye başlamıştır.

İmparatorluk sınırları 1299’daki kuruluştan itibaren tarihi boyunca çok değişmekle birlikte
en geniş döneminde bugünkü Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Romanya ye
Akdeniz'in doğusundaki adaları, Macaristan ve Rusya'nın bazı kesimlerini, Kafkasya, Irak,
Suriye, Filistin ve Mısır'ı, Cezayir'e kadar tüm Kuzey Afrika'yı ve Arabistan'ın bir bölümünü
kapsamıştır.
600 yıl boyunca Anadolu,Avrupa,Asya ve Afrika 'nın bazı kesimlerinde
egemenlik kuran Osmanlı İmparatorluğu en geniş sınırlara Kanuni Sultan
Süleyman zamanında ulaşmıştır. Bu dönem sonunda İmparatorluğun sınırları
6.milyon Km2 ye yaklaşmış nüfus ise değişik ulus,dil,din mezhep ve ırklardan
olmak üzere 60.000.000 kadardı.

Osmanlı Devleti'nde İslamiyet baskın din olmakla birlikte, İslam inancında "semavi dinler"
olarak kabul edilen Musevilik ve Hıristiyanlık dinlerinin mensupları, millet sistemi sayesinde o
dönemde batı ülkelerinde azınlık dinlerine gösterilen hoşgörünün üzerinde bir rahatlık içinde
yaşamayı sürdürdüler. Hristiyanlığın Ortodoks ve Gregoryen kiliseleri millet sistemi içinde
meşru bir şekilde örgütlenmiş durumdaydı. Bu inançlara mensup kişiler, kendi dini kurallarına
göre yargılanırdı.

Osmanlı sanatının temelinde, kendisinden önce, Selçuklu döneminde yaratılan Türk -


İslam ve Anadolu kültürünün sentezi yatar. Osmanlı Türkleri, kuruluş öncesi
yüzyıllardan beri birlikte getirdikleri Arap ve Pers İslam kültürlerinin geleneklerinden
ve dillerinden büyük ölçüde etkilenmişler, Yunan, Ermeni ve Yahudi gibi yerli halkların
kültürleriyle de bir ölçüde kaynaşmışlardır. Böylece eklektik tarzda bir Osmanlı
kültürü ortaya çıkmıştır.

Osmanlı mimarisi basit, kullanışlı, ince, zarif, vakur ve heybetlidir. Muhteşem saray tipi 19.
yüzyılda Batı'dan gelerek girmiştir. Bununla beraber camiler tamamen abidevidir. Camiler
çevreleri bir sürü sosyal müessese ile örülür ve bir "külliye" teşkil ederlerdi.
İmar görmemiş hiçbir İmparatorluk köşesi yoktur. Mimar Sinan'ın dünya tarihinin en büyük
mimarlarından biri olduğu bilinir. Bir asır yaşayan ve son yarım asrını mimarbaşı olarak
geçiren Sinan şu eserleri yapmıştır. 81 cami, 50 mescid, 55 medrese,19 türbe, 14 imaret, 3
hastahane, 7 su bendi (baraj), 8 köprü, 16 kervansaray, 33 saray, 32 hamam, 6 mahzen, 7
d'arulkurrâ. Bu 441 eser bütün İmparatorluğa dağılmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu, I.Dünya Savaşından sonra verilen Kurtuluş Mücadelesinin ardından Cumhuriyetin
ilanıyla birlikte, 1923’de sona ermiştir.
(29 Ekim 1923)

FUNDA KALAYCIOĞLU
For English version of presentations:
funda@fundakalaycioglu.com
E-mail Topluluğumuza
Sizde Katılarak, Paylaşılan
Birbirinden Güzel E-maillere Tanıklık Etmek
İster Misiniz?

Üye Olmak İçin


Tıklayınız…
YADA

yakamozxy@gmail.com

Adresine 'UYELIK' Konulu E-mail Göndermeniz Yeterlidir

(¯`·.Yakamoz.·´¯)

Você também pode gostar