Você está na página 1de 4

BİR DERLEMEYE “SUNUŞ”

------------------
Kaynak göstermek kaydıyla, yararlanılabilir:
SEZER, Abdullah (Yayına Hazırlayan), Ulusal-üstü Belgeler ve Önceki Anayasalarla Karşılaştırmalı & Gerekçeli & Açıklamalı
1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve İlgili Mevzuat, 1. Bs., Beta Yay., İstanbul, Şubat 2004, ss. XI-XVI.
------------------

“Sen, bütün yazdıklarımı okumak için, yalnızca birkaç saat harcayacaksın.


Fakat bu iş, bana saçlarımı ağartacak kadar çalışmama mâl oldu”.
[MONTESQUIEU (1689-1755)]

Gerçi, nedendir bilinmez! Acaba, “okunmayacağı önceden bilindiğinden mi ya da özellikle


okun(a)maması için mi genellikle sıkıcı ve renksiz yazılır”? Yoksa, “artık daha sonrakiler yazmaktan
vazgeçsin diye mi kasten okunmaz”? Gerçek her ne ise, sonuç olarak, eserlerin sunuş sayfalarına
gerek eser sahibi ve gerekse muhatap kitle tarafından çok fazla anlam yüklenmediği ortada; ancak,
yine de...
Aslında, her şey ne kadar da çabuk değişiyor. Bir zamanlar, atların bile senatör olmasına hiç
kimse ses çıkar(a)mazken1; bilebildiğimiz kadarıyla, artık Parlâmento’larda bu tür varlıklara
rastlanmıyor. 2000’ler Türkiye’sinde Ulusal Parlâmento’muzda oylamalar elektronik cihazlar eşliğinde
yapılırken; Birleşik Krallık’ta yasaların oylanma yönteminin halen geleneklere dayanıyor olması da,
oldukça düşündürücü olsa gerek2. Çok önceleri, anayasalar insan kanıyla yazılırken3; şimdilerde, pek
de öyle büyük savaşımlarla kazanılmıyor haklar ve özgürlükler; ancak, bazı durumlarda, anayasaların
bizzat kendisi, kurşunlara kurban edilmiyor ve hukuk-dışı güçlerin çizmeleriyle çiğnenmiyor da değil4.
Tüm bunlara karşın, gelinen son noktanın, İnsanlığın hak ve özgürlükler uğrunda verdiği uzun ve
yorucu savaşımın ürünü olduğunda da hiç kuşku yok. Yine bir zamanlar, monarkların iki dudağının
arasından çıkan kanun veya kararların doğruluğunu hiç kimse tartış(a)maz, eylem ve işlemleri kimse
sorgula(ya)maz ve yargıla(ya)mazken5; veya –çok sınırlı da olsa, halen günümüzde de uygulanan-

1 Ancak, bu “at” sıradan bir at değil; tahmin edilebileceği üzere, çok özel bir “At”. Ünlü siyaset bilimci SARTORI’nin aktardığına
göre, Roma İmparatoru Caligula, atını senatör yapmıştı. Bu nedenle, seçim politikasında da, “Caligula’nın atı” deyimi, bir
“hiç”in (hatta bir atın) dahi seçilebileceğini ifade etmede kullanılır. SARTORI, Giovanni, Karşılaştırmalı Anayasa
Mühendisliği: Yapılar, Özendiriciler ve Sonuçlar Üzerine Bir İnceleme, (Çev. ÖZBUDUN, Ergun), 1. Bs., Yetkin Yay.,
Ankara, 1997, s. 32.
2 Birleşik Krallık’ta, “Avam Kamarası’nda oylamalar ‘division’ biçiminde yapılır. Oy vermek için koridorlara çıkılır. Önce

koridorlar boşaltılır. Sonra oylama zili (division bell) çalınır. Komisyon odalarında, çay odalarında, kitaplıkta ya da başka
bir yerde bulunan milletvekillerinin oylamaya yetişmek için sekiz dakikaları vardır. Süre dolunca dış kapılar kilitlenir. Evet
oyu vermek isteyenler başkanın sağındaki kapıdan çıkarlar. Hayır oyu vermek isteyenler ise soldaki kapıdan Çekimserler
toplantı salonunda kalırlar. Sonunda her iki koridordaki üyeler sayılarak karar belirlenir. Eşitlik halinde başkanın oyu
geçerli olur”. Bkz. EROĞUL, Cem, Çağdaş Devlet Düzenleri: İngiltere-Amerika-Fransa-Almanya, 2. Bs., İmaj Yay., Ankara,
1997, ss. 7-8. İlk bakışta denebilir ki, alıntıda yer alan son cümlede geçen “Başkanın oyu sayılır” ibaresi, “Başkanın oyu [iki
oy] sayılır” biçiminde sona ermeli; çünkü, eşitlik durumunda da olsa, doğal olarak Parlâmento üyelerinin tümünün oyu
geçerli olmalıdır. Ancak, unutulmaması gereken nokta şudur: Parlâmenter rejimlerin hemen tümünde, yasama çalışmalarının
tarafsızlık içinde yönetilmesini sağlamaya yönelik önlemlerden biri de, Meclis Başkanı’nın oy kullan(a)mamasıdır. Nitekim,
1982 Anayasası md. 94/son c. son’da da benzer bir norm yer alır: “Başkan ve oturumu yöneten Başkanvekili oy
kullanamazlar”. Birleşik Krallık Avam Kamarası’ndaki uygulama, Başkan’ın oylamanın kaderini belirleyen “kilit oy”u
nedeniyle, (eğer, “teşbihte hatâ olmaz”sa) tek ayaklı (rövanşı olmayan) futbol karşılaşmalarının sayısal eşitlikle sonuçlanması
halinde devreye giren “altın gol” uygulamasını çağrıştırır biçimde, deyim yerindeyse, “altın oy” değerinde.
3 Ünlü bir düşünüre göre, anayasalar, “genellikle uzun bir mücadele sonucu, ... yüksek bir maliyetle kazanılmış” belgelerdir.

HAYEK, Friedrich A., Hukuk, Yasama ve Özgürlük, C. I.: Kurallar ve Düzen, (Çev. YAYLA, Atillâ), 2. Bs., Türkiye İş
Bankası Kültür Yay., İstanbul, Ekim 1996, s. 201. Anayasaların, siyasal güçler dengesini kuran birer “uzlaşı belgesi” olduğu ve
buna paralel olarak, bir “sosyal sözleşme metni” niteliği taşıdığı yadsınmaz bir gerçektir. Ancak, söz konusu aşamaya
gelinceye kadar, siyaset sahnesini paylaşan aktörler arasındaki uzun ve yorucu bir mücadelenin ürünü olduğu da göz ardı
edilmemesi gereken bir diğer gerçektir. Bu söylemin ilginç bir tanığı da var: 1791 Fransız Anayasası’nın Karnavalé Müzesi’nde
sergilenen orijinal nüshasının altındaki tanıtım etiketinde, insanın kanını donduran iki satır yazı göze çarpar: “1791
Anayasası: Bu Anayasa İnsan Derisiyle Kaplıdır” (Akt. UYGUN, Oktay, Türkiye’de Demokrasi ve İnsan Hakları, 1.
Bs., TODAİE İnsan Hakları Araştırma ve Derleme Merkezi Yay., Ankara, 1996, s. 67). Bu çarpıcı mesajdan esinlenilmiş olsa
gerek ki, dilimizde bu adı taşıyan bir eser de yayımlanmıştır. Bkz. TUNAYA, Tarık Zafer, İnsan Derisiyle Kaplı Anayasa,
İstanbul, 1979, passim.
4 Prof. SOYSAL, “anayasanın anlamı”nı keşfet(tir)meyi amaçladığı eserine, şu sözlerle son verir: “Anayasalar, sık sık kurşuna

dizilmek için değil, beslenip yaşatılmak için vardır” (SOYSAL, Mümtaz, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, 7. Bs., Gerçek
Yay., İstanbul, Ocak 1987, s. 406).
5 Hattâ, demokrasinin beşiği ve parlâmenter rejimin prototipi özelliğini taşıyan Birleşik Krallık’ta dahi, Devlet Başkanı’nın

sorumsuzluğu, nükte amacıyla da olsa, İngilizlere özgü ironik bir dille şu şekilde telâffuz edilir: “Kral bir Bakanı öldürürse,
bundan Başbakan sorumludur; eğer Kral Başbakanı öldürürse, bundan hiç kimse sorumlu tutulamaz” (Akt. TEZİÇ,
Erdoğan, Anayasa Hukuku: Genel Esaslar, 7. Bs., Beta Yay., İstanbul, Ekim 2001, s. 405). Bu söze, şu nükteyle karşılık
verelim: Evet, gerçekten de, bu noktada artık hiç kimse sorumlu tutulamaz; çünkü, sorumlu olacak “tek kişi” de ortadan
kaldırmış olduğundan ve ölü birinden hesap sormak da olanaksız olduğundan, sorumluluğun ilk koşulunu taşıyan (yaşayan)
yeni bir sorumlu bulmak gerekecektir [A.S.].
meclis hükûmeti rejimlerinde, Jean-Jacques ROUSSEAU’nun “genel iradenin yanılmazlığı”
teorisinden hareketle kutsanan Parlâmentoların hiçbir işlemi denetlen(e)mezken; asıl “normatif
iktidar” olan yasama organlarının yüceltilmesi, parlâmenter rejimlerde bile dilden dile dolaşırken 6;
artık günümüzde, anayasa yargısının gerektiğinde Tanrı’yı bile mahkûm edebilecek bir güce ulaştığı
biçiminde yorumlar yapılıyor7.
Özetle, her şey çok değişti; ancak, bazı şeyler öyle çok da fazla değişmiyor; değişse de hemen
çabucak değişmiyor; hatta hiç değişmeyen şeyler de yok değil. Neredeyse teknoloji çağı bile yavaş
yavaş geride kalmasına karşın; Dünya’nın hemen her köşesinde, hukuksal metinleri oluşturan normlar
hâlâ “kâğıt” ve “kalem” adlı iki ilkel araçla yaratılıyor; en azından, yasama işlevinde beyin jimnastiğine
bu iki araçla adım atılıyor. Kalem ve kâğıdı yerinde ve etkili kullanmaktır önemli olan8; silginiz
kaleminizden daha önce tükeniyorsa9 eğer, hiçbir anlamı kalmaz. Kuşkusuz, önemli olan araçlar değil,
onu kullanan bireylerin beyinleri ve sunacağı ürünlerdir; “heykeltraşın şekillendirdiği güzel silüet,
yontulan taşın içinde değil, heykeltraşın beyninde gizlidir”. Aynı kalem ve kâğıdı birbirinden farklı
karaktere sahip insanlara verin; birinin kaleminden anlamsız mesajlar dökülürken, bir diğerinin
çizgilerinde soyut semboller şekillenecek; aynı kâğıt-kalem, acımasız bir diktatörün buyruğuyla
hemencecik bir idam fermanına dönüşüverecek; ancak çok nadir sayıda insanın sıradışı hayal dünyası
ve hünerli elleri, iki basit araçtan olağanüstü güzel bir aşk şiiri yaratacaktır.
Şu halde, önemli olan, hukuk metinlerinin -ve öncelikle, doğal olarak anayasaların-
metinlerinin “iyi” (demokratik, evrensel, ölçülü, çağdaş, sosyal, insan onuruna yakışır, vb.
eklenebilecek olumlu nitelikler) olmasıdır.
Kanımızca, “Anayasasız bir devlet olabilir, geçmiş yüzyıllarda olmuş da zaten; ancak,
devletsiz bir anayasa aslâ”. Ancak, kabul etmek gerekir ki, özellikle devlet yetkilerinin kötüye
kullanımını önlemede Anayasalara önemli rol düşüyor. Zira, her şey, kötüye kullanılabilir. Şu halde,
“her şey sınırlanmalı; hattâ, erdem bile (!)”10. Ancak, diğer tüm alt normlara üstünlük kuran
Anayasa11nın yanı sıra, sosyal yaşamdaki irili-ufaklı diğer iktidar birimlerini kapsayan/kontrol eden
devlet aygıtı12nın ulusal-üstü örgütlerle ilişkisinde tanık olunan hızlı dönüşüm, egemenliğin klâsik
anlaşılış biçimi13nin aşındığının ve dolayısıyla Anayasa’ların “efsanevî” gücünü yitirmeye başladığının
göstergesidir. Ancak yine de, Anayasalar; teorik bazda “üstünlük” ve “bağlayıcılık” ilkeleri 14nin yanı
sıra, pratik anlamda anayasa yargısının doğuşu, geçirdiği evrim ve kazandığı güç ışığında
değerlendirildiğinde, temel hukuksal metinler olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda, söz konusu temel
normları “uygun zaman ve elverişli koşullarda hazırlama”, “gerçekçi yazma”, “doğru okuma”,

6 Hattâ, parlâmenter rejimin anayurdu Birleşik Krallık’ta, İngiliz Parlâmentosu, geleneklerden kaynaklanan “efsanevî” bir güce
sahiptir. Örneğin, XVIII. yüzyıl Fransız filozoflarından De LOME’un İngiliz Parlâmentosu hakkında yaptığı şu saptama, hâlâ
dillerdedir: “İngiltere Parlâmentosu her şey yapabilir. Yalnızca bir kadını erkek veya bir erkeği kadın yapamaz” (Akt.
GÜRBÜZ, Yaşar, Karşılaştırmalı Siyasal Sistemler, 2. Bs., Beta Yay., İstanbul, Aralık 1987, s. 67).
7 Anayasa yargısı jürisprüdansının, devlet yaşamında artık çok etkin bir role sahip olduğu, ironik bir dille de olsa, dile

getirilmektedir. 1962’de New York Eyaleti yetkili eğitim uzmanları tarafından hazırlanan bir duanın, her okul günü
başlangıcında tüm sınıflarda birer öğretmenin gözetimi altında yüksek sesle okutulması hakkındaki uygulamanın Federal
Anayasa’ya aykırılığı iddia edildi. Amerikan Federal Yüksek Mahkemesi, “Yüce Tanrı, sana imanımızı şükranla arz ederiz,
hepimiz ebeveynimiz, öğretmenlerimiz ve vatanımız için inayetlerini niyaz ederiz. Yüce Tanrı’m, varlığımızı Sana borçluyuz
ve nimetlerini bizden, ebeveynlerimizden, öğretmenlerimizden ve Ülkemizden esirgememen için Sana yalvarıyoruz.”
biçimindeki duanın ABD Federal Anayasası’na Ek md. 1’e aykırılığını ilân etti. ABD-FYM’nin 6-1’lik çoğunluğuna dayanan bu
kararın Yargıç Black tarafından kaleme alınan gerekçesi, kamuoyunda oldukça büyük yankı uyandırdı ve hatta medyada,
“Yüksek Mahkeme, Tanrı’yı Yasadışı İlân Etti” biçiminde çarpıcı manşetler yer aldı. (Akt. UROFSKY, Melvin U.,
“Church and State: The Religion Clause”, in BODENHAMER, David J. & JAMES, W. Ely, Jr. (Eds.), The Bill of Rights in
Modern America after 200 Years, Indianapolis University Press, Bloomington & Indianapolis, 1993, p. 60). Söz konusu dâva
için bkz. Engel v. Vitale, 370 U.S. 421. (1962).
8 “Dünyayı yöneten, kalem, kâğıt ve mürekkeptir”. (JAMES HOWEL).
9 “Silgisi kaleminden önce bitenin, yanlışları doğrularından çok demektir”. (J. JENKINS).
10 MONTESQUIEU, kaleme aldığı De l’esprit des lois (Kanunların Ruhu) adlı eserde, “erkler ayrılığı” kuramının temel

ilkelerini kurar. Yazara göre; “ezelî tecrübe ile sabittir ki, gücü elinde tutan, bunu kötüye kullanmaya eğilimlidir ve kullanır
da; tâ ki, bir sınırla karşılaşıncaya dek. Her şey sınırlanmaya muhtaçtır, hattâ erdem bile. Bir gücün kötüye kullanılmasını
önlemek için, bir başka güç kurmak ve onu dengelemek gerekir. İktidar, iktidarı durdurur”.
11 “Anayasa, normlar normudur” (Hans KELSEN).
12 “Devlet, kurumlar kurumudur” (Maurice HAURIOU).
13 “Egemenlik, aslî, üstün ve hukukî bir iktidardır” (Julien LAFERRIÈRE).
14 Her iki ilke de, Anayasa’nın gücünün yarattığı sonuçlar olarak ortaya çıkmasına karşın, birbirinden farklı etkiler doğurur.

Anayasa’nın “üstünlüğü” ilkesi, Avusturyalı hukukçu Hans KELSEN, kaleme aldığı Théorie pure du droit (Saf Hukukun
Teorisi) adlı yapıtında sitematize ettiği “normlar hiyerarşisi” kuramı uyarınca, diğer (anayasa-altı) hukuksal belgeler
üzerindeki gücünü (“alt-üst ilişkisi”ni) yansıtmaktadır. Somut sonucu ise genellikle sert anayasadır. Önceleri “siyasal
üstünlük” söz konusu olmasına karşın; anayasa yargısının benimsenmesi sonucu, mekanizmaya, “hukuksal üstünlük” unsuru
eklenmiş, böylelikle anayasa “normatif değer” kazanmıştır (örn. bkz. 1982 Any. md. 11/2). Anayasa’nın “bağlayıcılığı” ilkesi
ise; cansız “norm”lar üzerindeki etkiyi değil, canlı “birey”ler üzerindeki egemenliği formüle eder. İlke uyarınca Anayasa,
kurulu iktidarlar olarak devlet organlarını (MONTESQUIEU’nun “erkler ayrılığı” kuramı çerçevesinde yasama, yürütme ve
yargı), idare makamlarını, tüm (gerçek-tüzel; sivil-siyasal) kişi ve kurumları bağlayan ve kendine uymaya zorlayan normlar
bütünüdür (örn. bkz. 1982 Any. md. 11/1). Özetle, birbiriyle çok yakından ilişkili ve hattâ iç içe geçmiş bulunan söz konusu iki
ilkenin ilkinde kilit kavram “uygunluk”, diğerinde ise“uyma”dır.
“hatasız aktarma”, “mantıklı yorumlama” ve “ödünsüz uygulama”, yasama, yürütme ve yargılama
erklerinin işleyiş sürecinde dengenin korunması açısından yaşamsal önem taşımaktadır.
Türk Anayasa Hukukunun temel metinlerinin aktarıldığı elinizdeki çalışma, yalnızca
metinlerin fotokopisinin sunulduğu diğer çalışmalardan ayrılmakta olup, Anayasal normların
“normatif”, “doktriner” ve “jürisprüdansiyel” boyutlarının bir bütün halinde yansıtılmasını
amaçlamaktadır.
Üç yılı aşkın bir uğraşın ürünü olan elinizdeki derlemede, elimizden geldiğince bu işlevlerden
birini yerine getirmeye, elimizde hazır olan metinleri “hatasız aktarma”ya çalıştık. Bu çabanın püf
noktası ise, söz konusu normları içinde barındıran derleme metinlerin, resmî yürürlük araçlarında
yayımlanan “aslına uygunluk” (authenticity, mevsûkiyet) göstermesidir. Türkçe metinlerde bu
anlamda çok fazla sorun yaşanmamasına karşın; 1928 Türk Dil Devrimi’nden önce kaleme alınarak
kâğıda dökülen ve Osmanlıca-Farsça karışımı bir yapıya sahip olan metinlerin derlenmesinde yaşanan
zorluklar nedeniyle, bu tür metinlerin transkripsiyonunda Osmanlıca-Türkçe Sözlük’lerden
yararlanıldı. Devrim sonrası belgelerin aktarılmasında ise, Osmanlıca kökenli sözcük ve kalıpların
kullanıldığı yerlerde dahi, resmî metinlerin transkripsiyonuna bağlı kalındı. Hukuk metinlerini hatasız
aktarma çabasının da ötesinde, yalnızca metinlerin verilmesi yeterli görülmedi. Bu çerçevede,
karşılaştırma yapılabilmesine olanak sağlamak amacıyla, hukuk normunun, içinde yer aldığı belgenin
diğer normlarıyla ilişkisini saptamanın yanı sıra, yürürlükte olan diğer ulusal ve uluslararası
metinlerin paralel hükümleri ve ayrıca yürürlükte olmayan eski Anayasal belgelerimizin doğrudan
veya dolaylı biçimde ilgi kurulabilecek hükümlerine referanslar yapıldı.
Doktriner tartışma olanağı bulunmakla birlikte, 1982 Anayasası’ndaki “Usulüne göre
yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar[ın] kanun hükmünde” olduğu yönündeki norm (md.
90/in fine); anlaşmaların, yürütme tarafından yapıldığı halde, tıpkı “genel normatif iktidar”
niteliğindeki yasama tarafından yapılmış gibi bireylere uygulanacağı biçiminde yorumlanabilir.
Dolayısıyla, orijinal metin-çeviri metin uyumsuzluğu halinde “dış sorumluluk”tan kurtulmanın
olanaksızlığı açık olmakla birlikte, “iç uygulama”da baz alnınacak metnin -md. 90/son uyarınca-
Türkçe’ye uyarlanmış metin olacağı kuşkusuz. Bu görüşten hareketle, Türkiye tarafından onaylanan
uluslararası sözleşmelerin resmî çeviri metinleri baz alınmış; ancak, gerekli görülen yerlerde düzeltme
ve öneriler yapılmıştır. Ancak, önemle altını çizmek gerekir ki, İHAM jürisprüdansı İHAS metnini
geliştirici bir role sahiptir; bu nedenle, normların sözel metni ve resmî çevirisi üzerine yapılan soyut
eleştiriler, söz konusu kararlarla ortaya konan yorumlar ışığında daha iyi kavranabilir.
Anımsatmak gerekir ki, resmî olarak yayımlanma şansı bulan (!)15 ve kendilerine referans
yapılan kanunların birçoğu, daha sonraki tarihlerde değişikliğe uğramış ve bazılarının başlıkları bile
değişmiştir. Başlık değişimleri güncelleştirilmiş olup, kanunların son şekliyle yürürlükte olan metinleri
için, ayrıca özel olarak hazırlanan Külliyatlar16a bakılabilir. Türkiye, ekonomik anlamda “hiper-
enflasyon”da olduğu gibi, hukuksal anlamda “norm enflasyonu”nda da lider ülkelerden biri; bu

15Amaç, Resmî Gazete veya Düstur’da yayımlanmayan “Gizli Kanun”un varlığına bir kez daha dikkat çekmektir. Kanun’un no.su,
kabul tarihi ve bazı araştırmalara göre adı, kısacası metni dışında her şeyi açık; ancak metni “gizli”dir. Söz konusu 2425 no.lu
ve 12-13 Mayıs 1934 tarihli Kanun’un metni, ne resmî yayınlarda, ne de külliyatlarda mevcuttur, ancak kanun no.su ve kabul
tarihi vardır. Bkz. T.C. Kanunlar Külliyatı Fihristi (F-1), T.C. Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğü
Yay., Ankara, Alfabetik Fihrist Kısmı, s. 16. Bir araştırmaya göre, 4. dönem TBMMTD’nin fihristinde, söz konusu Kanun’un
adı, “Millî Müdafaa Vekâletince 49.500.000 Lira Taahhüdat İcrası Hakkında Kanun” (?) olarak geçer. Söz konusu fihristte,
Kanun’un metninin TBMMTD’nin XXII. Cildinde olduğu belirtilmesine karşın, söz konusu yayında metninin aktarılması (her
ne hikmetse!) unutuluvermiştir. TBMM Kütüphanesi yetkilileri ise, bu Kanun’un metninin, (kâğıt tasarrufu amacıyla olsa
gerek ki) yalnızca tek bir nüsha olarak yayımlanan Mükerrer Resmî Gazete’de bulunduğunu ve bu nüshanın da TBMM
Başkanlığı’nın kasasında saklı olduğunun tahmin edildiğini belirtmektedir. Göreve gelen TBMM Başkanlarının hiçbirinin,
konu hakkında herhangi bir somut girişimi olmamıştır. İşin en ilginç tarafı, söz konusu Kanun’a, TBMM Gizli Celse
Zabıtları’nda dahi rastlamak mümkün değildir. Adı geçen Kanun’un “adı bile gizli” tutulmuş olup; “Uygulanma İmkânı
Kalmamış Olan Kanunların Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanun”da da söz konusu Kanun’un adına
rastlan(a)mamaktadır (Bkz. K.n. 3488., K.t. 27.10.1988; R.G., T. 8.11.1988, S. 19983). O halde halâ yürürlükte olan bu
Kanun’un metni nerede? Madem ki, Resmî Gazete’de yayımlanarak kamuya ilân edilmeye gerek görülmeyen kanunlar
yürürlüğe de gir(e)memektedir; o halde nasıl uygulanabilir? Madem böyle bir kanun yoktur, o halde bu yasama işlemine
neden bir kanun no.su tahsis edilmiştir? Bu ilginç olayı, özellikle “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” ilkesi çerçevesinde
düşünmek gerekir. Diğer bir deyişle, söz konusu Kanun, tâbiri câizse “adı var, sanı yok” niteliğindedir. Bir değerlendirmenin
deyimiyle, “cinayet polis kayıtlarına geçmiştir; ama ölü bulunamamaktadır” (Yazarı belirsiz, “Gizli Kanun” (Dosya Konusu),
Açık Sayfa, Nisan 1997, S. 1., ss. 12-13.
16 Örn. bkz. Yürürlükteki Kanunlar Külliyatı (F-1), T.C. Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğü Yay.,

Ankara; T.C. Kanunları, Kazancı Hukuk Yay., İstanbul. Her iki yayın da, değişir yapraklı olup, değişikliklere paralel olarak -
bazen çok gecikmeli de olsa- güncelleştirilmektedir. Aynı şekilde, KHK, Tüzük ve Yönetmeliklerdeki değişiklikler için de, söz
konusu Külliyatların ilgili serilerine bakılabilir. Tarama sırasında, aynı no.yu taşıyan birden fazla kanuna rastlanabilir; bunun
nedeni, kanun no.larının birkaç kez, yeniden 1’den başlatılmış olmasıdır. 1851’de yayımlanmaya başlayan resmî mevzuat
1863’te Düstur adı ile yayımına devam etmiş olup, beş bölüme ayrılmaktadır: I. Tertip (1863-1908); II. Tertip (1980-1820);
III. Tertip (23 Nisan 1920-27 Mayıs 1960): K.n. 1-7480.; IV. Tertip (27 Mayıs 1960-7 Eylül 1960): K.n. 1-375.; V. Tertip (1
Kasım 1961-günümüz): K.n. 1-4856 (1.5.2003 kabûl ve 8.5.2003 yayım tarihli kanunun no.su itibariyle). Buna karşın, 7 Ekim
1920’de kurulan ve 1927’den bu yana düzenli olarak yayımlanan Resmî Gazete’nin no.su, kesintiye uğramaksızın devam
etmektedir.
nedenle, anayasal normlarla ilgili kanun, kanun hükmünde kararname, tüzük ve yönetmeliklerin
tümüne değil, başlıcalarına referans yapmakla yetinildi.
Bu arada, hazır yeri gelmişken, dikkatimizi çeken önemli bir soruna da vurgu yapmaktan
geçemiyoruz: bilişim sektöründeki akıl almaz gelişmeye karşın, özellikle resmî kurumların sitelerinde
yer alan hukuk metinlerinin 1-2 yıl önceki şekliyle karşımızda durduğuna tanık olundu. Dolayısıyla,
söz konusu metinlere ulaşmak isteyen ilgili kişiler, metinleri internet kanallarından indirip yüklemekle
(download) kalmayıp, ayrıca güncelleştirme (update) işlemi de yapmak zorunda. Özetle, en azından
çok önemli metinlerin (TBMM İçtüzüğü, Siyasî Partiler Kanunu, Seçim Kanunu vb.), revize edildikten
sonra zaman yitirilmeksizin güncelleştirilmesinde yarar var.
Unutulmamalıdır ki, tıpkı bundan öncekilerde ve daha sonra ortaya konacak olan
derlemelerde, açıkçası her şeyde olduğu gibi, her türlü çabaya karşın, elinizde bulunan çalışma da
kusursuz değildir; eserlerin mükemmelliği hakkında ne kadar parlak sözler söylenirse söylensin17,
aslında “Hatâsız/mükemmel hiçbir şey yoktur”. Hiç hata yapmamak için, kanımızca tek bir şey
yapmak gerekiyor: o da, “hiçbir şey yapmamak!”. Ancak ihtiyaç olduğu görülerek, yine de yapıldı ve
hataları, niceliğin yanı sıra niteliksel açıdan da “asgarî” düzeye indirgeyebilmek için, “azamî” çaba
gösterildi. Çalışmada elde edilen doğrular ve güzellikler, eğitim yaşamımda katkısı bulunanlara;
eksiklik ve yanlışlıklar ise, kuşkusuz bana ait ... Biz, zaten hazır olan metinleri yalnızca aktarmaya
çalıştık, ya az önce söz edilen “insan derisiyle kaplı anayasa” metaforunda olduğu üzere, söz
konusu metinlerin kazanılması sürecinde verilen mücadele, harcanan emek, beslenen umut, yitirilen
zaman ... Sahip olduğumuz en önemli değer, kuşkusuz zaman! Çalışmanın, ilgili/ilgisiz herkese yararlı
olması dileğiyle ...
Son söz olarak; sosyal düzen ve adalet, hukuk normlarını “doğru uygulama”ya; doğru
uygulama, “doğru yorum”a; doğru yorum işlemi ise, orijinal metinlere uygun biçimde “doğru
aktarma”ya bağlıdır kuşkusuz. Ancak en önemli olan, uygulanacak normların “doğru içerik” sahibi
olması, diğer bir deyişle, “iyi” niteliklere sahip bulunmasıdır. “Sunuş”umuzu kaleme aldığımız şu
günlerde bir “Hukuk Günü”nü daha geride bırakırken18; sizlere, sonraki zaman dilimlerinde, “insan
onuru”na daha çok yakışır hukuk metinlerini derleyip sunabilmek umuduyla ...
A. S.
29 Temmuz 2003
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Anayasa Hukuku Ana Bilim Dalı
Haydarpaşa – İstanbul

17 Örn. “Artık hiç eklenebilecek bir şey kalmadığı zaman değil de, çıkarılacak bir şey olmadığı zaman, eser mükemmelliğe
ulaşmış olur”. [SAINT EXUPERY]. “Eseri mükemmel yapan unsurlar, çoğunlukla göze batmayan ufak tefek ayrıntılardır;
mükemmellik ise asla ufak tefek bir şey değildir”. [MICHAEL ANGELO]. Ancak, kanımızca, “Önemsiz ve sıradan bir
yanlışlığın farkına vararak onu düzeltmeye çalışmak, mükemmel bir eser yaratmak veya kusursuz bir güzelliği keşfedip
doyasıya yaşamaktan çok daha önemli olsa gerek”. [A.S.]
18 Bkz. 10 Temmuz 1967 Tarihinin Memleketimizde Hukuk Günü Olarak İlânına Dair Bakanlar Kurulu Kararı (Karar no:
6/8479.,K.t. 5.7.1967; R.G., T. 10.7.1967, S. 12643.; Düstur, 5. Tertip, C. VI., S. 2., s. 2221). Dışişleri Bakanlığı’nın yazısı (No.
751.231-EMKY/2-307, T. 23.6.1967) üzerine Bakanlar Kurulu’nca kabul edilmiştir. Sunuş’u noktalarken dile getirdiğimiz
temennide, bu “gün”ün her yıl kutlandığı varsayımı ve de kutlanması gerektiği düşüncesinden yola çıkıyoruz.

Você também pode gostar