Você está na página 1de 8

ASHAB-I SUFFE

Suffe ve Ashab-I Suffe’ nin Tanımı:

Suffe, mana ve tatbikat itibarıyla, kökü Asr-ı Saadet’te olan Nebevî bir eğitim yuvası, bir medrese,
bir üniversite ve bir cemaat yapılanmasıdır. Hak dini İslâmın, Peygamber efendimiz (sav) den sonra
günümüze kadar dünyaya yayılmasını üstlenen misyonun adıdır.
Hicret sonrasında kıble, henüz Mescid-i Haram yönüne çevrilmeden önce Mescid-i Nebevî'nin kuzey
duvarına bitişik olan ve "Suffa" adı verilen bölüm ilk halinde hurma dallarından bir gölgelik ve
sundurma olarak yapılmıştı.
Sedir, seki ve sofa gibi yerlere verilen isim olarak lûgatlarda yer alırken; İslâm eğitim ve öğretim
literatüründe, “Medine-i Münevvere’de bulunan Mescid-i Nebevî’nin üç ayrı bölümünden, Mekke-i
Mükerreme’den hicret edip kendilerini ilme ve cihada, Allah (cc) ve Resulüne (sav) vakfeden bekâr ve
kimsesiz muhacirler için hem dershane, hem de yatakhane vazifesini gören son cemaat mahallindeki gölgelik”
şeklinde bir anlamı vardır.
Peygamberimiz (sav) tarafından inşa edilen Mescid-i Nebevî, üç kısma ayrılıyordu: Namazların edâ
edildiği bölüm; Ashab-ı Suffenin hayatlarını geçirdikleri kısım ve Resûlullah’ın zevceleri ile beraber
oturdukları odalar. Kısaca Suffe, Resûlullah (sav)’ın vaaz, irşâd ve sohbet kürsüsü; misafirhane;
mektep ve medrese; fakirler ve özelliklede Ehl-i Suffe için imârethâne; yatakhane ve mesken...
Allah’ın (cc), Rasulullah (sav)’ın sahabesi olma şerefine eriştirdiği, bu uğurda mücadele etmek
üzere, memleketlerinden, mallarından, mülklerinden, ana, baba, eş ve evlatlarından kısacası
dünyaya ait ne varsa her şeylerini terk ederek Allah’a (cc) Rasulullah (sav)’e, Kur’an-ı Azimüşşan’a
kendilerini adayan, vakfeden Suffe talebelerine de “Ashab-ı Suffe” denir.
Suffe, ilk sistemli eğitim kurumudur, ilk İslam üniversitesidir. Örnek ve öncü bir eğitim yuvasıdır.
Ashab-ı Suffe hakkında bir dikkat çekici hususta şudur; Suffe ehlinden bir kısmı kendilerini
tamamen ruhi-manevi hayata vermiş bulunduklarından bu kısım Suffe ehli Müslümanlar arasından
zahidane yaşayışın ve tasavvufi eğitimin öncüleri olmuşlardır.
Onların hocası bizzat Rasulullah (sav) Efendimizdir. Ashâb-ı Suffe, dînin menbaına en yakın,
Rasûlullâh (sav)’ın meclisine en müdâvim insanlardı. Bu yüzden yetişmeleri daha hızlı oluyordu.
Muallimleri başta Hazret-i Peygamber olmak üzere, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali,
Übey bin Kâ’b, İbn-i Mes’ûd, Muâz bin Cebel ve Ubâde bin Sâmit ( Rıdvanullahi Ecmaiyn) gibi âlim
sahâbîlerdi.
Ashab-ı Suffa içinde Kur’an-ı Kerimin hıfzına çalışanlara “Kurra” denirdi. Peygamberimiz (sav)
bunları çevre kabilelere “Muallim” olarak görevlendirirdi. “Raci” ve “Bi’r-i Maune” bölgesinde irşat
için çevre kabilelere gitmekte olan 70 Kurrâ kalleşçe pusuya düşürülerek şehit edilmiş ve bu olay da
Kur’an-ı Kerimin bir kitap haline getirilmesi için sebep teşkil etmişti.
Ehl-i Suffe, yüksek seviyede ve âdeta hızlandırılmış bir eğitim görmekteydiler. Nitekim en çok
hadîs-i şerîf rivâyet eden sahâbîler (ki bunlara müksirûn denir) umûmiyetle onlar içinden çıkmıştır.
İslâm’ı öğrenmek için kısa bir süre Medîne’ye gelen heyetler bir taraftan Varlık Nûru (sav) ile
görüşürken diğer taraftan da Ashâb-ı Suffe’den bilmedikleri hususları öğreniyorlardı. Medîne dışında
yeni müslüman olan kabîlelere İslâm’ı öğretmek üzere bir muallim göndermek gerektiğinde, bunlar
arasından seçiliyordu.
Efendimiz ile birlikte otururlarken vakit bir hayli geçince Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in
rahatça kalkıp gidebilmesi için, onlar nezâket göstererek erken davranır ve O’nun (sav) yanından
kalkarlardı.
Ashâb-ı suffe, Hz. Peygamber'in rûhaniyet çeşmesine gönül musluklarını dayamış ve oradan içerek
nübüvvet mektebinde yetişip boy atmış bahtiyarlardır. Onlar zamanlarını ilim, irfân ve mâneviyyat
tahsiline adamış saadet ehli idiler. Dünya câzibesinin kendilerini etkilemediği, ilim ve ibâdetle
meşgul azizlerdir. Ahlâkî konularda ise onlar, Allah Rasûlü (sav) örneğiyle aynîleşecek bir
ortamdaydılar
İlk plânda Hz. Peygamber'in (sav) onların maddi ihtiyaçları ile ilgilendiği intibâı uyanmakta ise de
aslında O, suffe ashâbının mânevî ve rûhânî ihtiyaçları ve özellikle yetişmeleriyle çok ilgilenirdi.
Nitekim İbn Mace ve Dârimi'nin naklettiği bir hadis bu konuya ışık tutmaktadır: Rivâyete göre Allah
Rasûlü bir gün evinden çıkıp mescide girdi. Mesciddeki insanlardan bir gurubu Kur'an okuyor, duâ
ve zikirle meşgul oluyor, diğerleri ise ilim öğreniyor ve öğretiyordu. Allah Rasûlü (sav) her iki
gruptan da memnûn olarak: "Her iki grup da hayır işliyorlar" buyurdu. Ardından da: "Bunlar
Kur'an okuyor, Allah'a duâ ve zikirle meşgul oluyor, Allah dilerse duâlarını kabûl eder,

1
dilerse etmez. Ama şunlar ilim öğreniyor ve öğretiyorlar. Şüphesiz ben muallim olarak
gönderildim." diye konuştu.
Ashâb-ı suffe bütün kabilelerin en şerefli mensuplarından oluşuyordu. Onlar takvanın ve riyâzat
yoluyla İslâm'ın özüne vâkıf olmuş "ermiş" kişilerdi. Meleklerin onları ziyâret ettiği söylenir.
Hilyetü'l-evliyâ müellifi Ebû Nuaym Isfahânî'nin dediği gibi Ashâb-ı suffe,: "Allah'ın (cc) her türlü
dünya kirinden kurtardığı, fakirlere önder kıldığı, hikmet ehline dost eylediği, âileye ve dünya malına
bağlanmayan hiçbir alışverişin kendilerine Allah'ı (cc) anmaktan alıkoymadığı az bulunur bir topluluktu."
Kaynaklar onların en belirgin özelliğinin fakirlik ve açlık olduğunda ittifak halindedir. Dünyalık
yönünden onların hiçbirinin iki yakası bir araya gelmezdi. Hiçbirinin iki elbisesi olmazdı, iki çeşit
yemek yiyemezlerdi.
Sayıları zaman ve zemine göre değişmekle birlikte ortalama 400 kişi… Bu güzide topluluk, her
zaman Mescid-i Nebevi’de bulunup, Kur’an ilmi tahsil eder, Hz. Peygamber SAV Efendimizin
vaazlarını, nasihatlerini, derslerini dinlerler, hal ve hareketlerini gözlemlerlerdi. "Ashâb-ı Suffe"
çoğu zaman oruçlu olur; gerektiğinde savaşlara da "mücahid" olarak katılırlardı.
"Ashâb-ı Suffe"den evlenerek aile kuranlar, Suffe'den ayrılırlar, yerlerini başka gençler alırdı.
"Ashâb-ı Suffe" nın yiyecek-giyecek gibi ihtiyaçları genellikle Rasûlullah (S.A.V.) ve zengin
sahabeler tarafından karşılanırdı. Bütün dünyaları ilim tahsil etme ve ibadetti, herhangi bir gaza
olursa da teklifsiz giderlerdi. Rasulullah Efendimizle bütün savaşlara katılmışlardır. Hatta en ön
saflarda savaştılar ola ki ilk şahadeti ben içeyim diye.
Ashab-ı Suffe’ nin temeli Kur’an-ı Azimüşşan tarafından atılmış; “bununla beraber müminlerin
hepsinin topyekun sefere çıkmaları uygun değildir. Öyleyse her toplulukta büyük kısmı
savaşa çıkarken bir takımı da din hususunda bilgi sahibi olmak, dini hükümleri öğrenmek
için çalışmalı ve savaşa çıkanlar geri döndüklerinde kötülüklerden sakınmaları ümidiyle
onları uyarmalıdır.” (Tevbe Süresi Ayet :122)

Kur’an-ı Kerim; Ashab-ı Suffe’ yi “kendilerini Allah (cc) yolunda vakfeden”, ”yer yüzünde
ticaret ve dünyalık maksadıyla dolaşmayan”, ”haya edep ve gönül tokluklarından dolayı
onları tanıyamayanların kendilerini zengin sandıkları”, “yüzsüzlük edipte insanlardan bir
şeyler istemeyen” insanlar olarak vasıflandırır.
«Sabah-akşam rızâsını dileyerek Rablerine duâ edenlerle birlikte candan sabret! Dünyâ
hayâtının süslerini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma!..» (Kehf, 28 )
Bu Ayet-i kerîme nâzil olunca, Rasûlullâh SAV hemen kalkıp o fakir sahâbîlerini aramaya koyuldu ve
onları mescidin arka tarafında Allâh’ı zikrederlerken buldu. Bunun üzerine:
“Canımı almadan önce, ümmetimden bu insanlarla berâber sabretmemi emreden Allâh’a
hamd olsun! Artık hayâtım da ölümüm de sizinle berâberdir.” buyurdu. (Vâhidî, s. 306)

Rasulullah (sav) gibi bir alimin bulunduğu dönemde Kur’an-ı Kerim böyle bir cemaatin zaruretini
emrederken, Müslümanların iman zaafına tutulduğu asrımızda buna ihtiyacın ekmek ve su zarureti
gibi olduğunu kim inkar edebilir?

Vahyin ilk emrinin “oku” olması ile başlayan bu eşsiz Ashab, Allah Resulü (S.A.V) Efendimizin
olağanüstü büyük bir önem vermesi ile zirveye çıkmış ve cahiliye döneminde ki kurtuluşun da
önderleri arasında yerlerini almışlardır. Onlar sayesinde Efendimiz (S.A.V)’in o mübarek
ağızlarından dökülen hadisi şerifleri, rivayet edile edile bu çöl ortasında su misali ahir zaman
ümmetine rahmet olarak gelmiştir. Kıyamete kadar da ümmeti Muhammed’e ışık olacak bir nur
kandili olacaklardır. Çünkü onlar ışığını âlemlerin Efendisi Fahri Kâinat Efendimiz SAV ‘den bizzat
almışlar ve bizlere de ışık olmaya devam etmektedirler.

Kur’an-ı Kerim; milletlerin ve devletlerin helakını 2 şeye bağlamaktadır.


1. Memleket halkının zulme ve fesada kayması
2. Zulme ve fesada sapan milleti uyaracak ve Hakk’a davet edecek faziletli topluluğun
bulunmamasıdır.

İşte bu noktada Ashabı Suffe, kâinattaki iyilik hareketlerinin çekirdeği, emri bil maruf nehyi anil
münkerin bize ve bizden sonraki nesillere de iletilmesinin en önemli temel taşlarıdır. Hayırda hep
öncü olmuşlardır. Tevazunun zirvesidirler.

2
Rasulullah Efendimiz, Mekkeden Medineye hicret eden Muhacirlerle, Medineli Ensarları kardeş
yaptığında Ensar, Muhacirlere sadece evlerini değil gönüllerinin de kapısını açtı ve kardeş ilan
edilenlerin bazıları savaşlarda da birlikte şehit oldular.

Ashab-ı Suffe nin Hayat Şartları Ve Özellikleri

Allah (c.c) ve Resulüne, dost olanlara dost, düşman olanlara düşman oldular. Öyle fakirlerdi ki Ebu
Hureyre R.A Ashab-ı Suffenin yaşadığı şartları şu sözlerle anlatıyor;

“Suffe Ashabından 70 kişi gördüm. Hiçbirinin üzerinde hırka yoktu. Bazısının üzerinde peştamal,
bazısının üzerinde elbise vardı. Elbise omuzlarından bacaklarına kadar uzanıyordu. Üzerlerini tam
olarak örtmediğinden avret yerleri gözükmesin diye sürekli elleri ile elbiseyi birleştirmeye
çalışıyorlardı.’’

Onlar Mukarrebun yani Allah ve Rasulune (sav) yakın olan O’nunla hem hal olan, rıza makamına
ermiş, Allahın razı olduğu kulları arasında Allah Resulü tarafından özel hazırlanmış, güzide ve eşsiz
topluluktu.

Rasulullah SAV ashabı suffenin maişet, talim ve terbiyesi ile bizzat yakından alakadar olur ve hatta
saadethanelerinin ihtiyacı ile ikinci derecede meşgul olurdu.

Bir defasında Hz.Fatıma (r.a) el değirmeni ile un öğütmekten usandığından şikâyet ederek bir
hizmetçi istediğinde, Rasulullah SAV “kızım ne söylüyorsun, henüz ashabı suffenin maişetini temin
edemedim” buyurmuştur. Hatta akşam olduğunda, Rasulullah SAV zengin sahabelere ashabı suffeyi
evlerine birer ikişer götürmelerini söyler ve geri kalanını da kendi haneyi saadetlerine götürür
doyururdu.

Dün okuma yazmayı aklından bile geçirmeyen toplum Müslüman olur olmaz; ilmi su ve ekmekten
daha fazla önemser hale gelmiş, yıllarca aç susuz kalmış, bağrına taş bağlamış, yine de büyük aşk
ve şevkle ilme sarılmıştır.

İlmi, sadece ilim için değil Allah ve Resulünün rızasını kazanmak, iyi bir insan olmak için
öğrenmişlerdir. Suffe de ilim tahsil edenler yalnızca ilimleri ile şöhret bulmayıp, çeşitli yönleri ve
hareketleri ile de öne çıkmışlardır. Onların bir kısmı ibadeti, bazıları ahlakı, bazıları idareciliği, kimi
cihadı, kimi ise hizmeti ile öne çıktılar.

Allah Resulü (sav) onlara her mekânda, çarşıda, evde, mescide, seferde her fırsatta eğitim vererek
yetiştiriyordu. İbadetten hukuka, yönetimden ahlaka, tefsirde yetiştirdiği Ashabını “kurra” (Kur'ân-ı
Kerimi usul ve tecvidine göre okuyanlar.) olarak zirveye ulaştırdı.
Rasulullah Efendimiz en çok onlara iltifat ediyor, şaka yapıyor ve hatalarında uyarıyor idi.

Rasulullah SAV bir gün Ashabı suffe nin başlarına durmuş. Hallerini izleyerek, fukaralıklarını,
çekmekte bulundukları zahmetleri görünce şöyle buyurarak onların kalplerini hoş etmişti. ’’Ey
Ashabı Suffe! Size müjdeler olsun ki; her kim şu sizin bulunduğunuz hal ve sıfatta ve
bulunduğu durumdan razı olarak bana uyarsa o benim dostlarımdandır.’’

Rasulullah SAV ‘e herhangi bir şey getirilince “sadakamı yoksa hediyemi” diye sorardı. Getiren
“sadakadır” cevabını verirse, gelen malzemenin tamamını el sürmeden Ashabı Suffe‘ye ulaştırırdı.
“Hediye” cevabını alırsa kabul eder, ancak Ashabı suffeye de hisse ayırırdı. Çünkü Rasulullah SAV
sadaka kabul etmezdi. Bir gün ensardan birisi bir tabak hurma getirmişti. Adama “sadaka mıdır,
hediyemidir’’ diye sordu. Adam “sadakadır” cevabını verince Rasullah SAV tabağı doğruca suffe
ehline gönderdi. O sırada Hz. Hasan R.A Rasulullah SAV‘in önünde bulunuyordu. Tabaktan bir
hurma alıp ağzına götürünce, Rasulullah SAV derhal müdahale etti ve “biz ( Ehli Beyt) sadaka
yemeyiz, bize sadaka helal değildir ’’ buyurdu.

Ashabı Suffe hakkında Bakara süresindeki 273. ayetin nazil olduğu rivayet edilmiştir.

3
’’Sadakalar kendilerine Allah yolunda hizmete adamış fakirler içindir ki onlar yeryüzünde
dolaşıp hayatlarını kazanmaya fırsat bulamazlar. Onların hallerini bilmeyen kimse
istemekten çekindikleri için, onları zengin sanır. Ey Habibim, sen onları yüzlerinden
tanırsın. Yoksa onlar insanlardan ısrarla bir şey istemezler ve siz her ne bağışta
bulunursanız, şüphesiz Allah onu hakkıyla bilir.’’

Ebu Hureyre R.A bu ayeti en güzel ifadesi ile anlatıyor : “Açlıktan yerlerde sürünüyordum. Açlığın
etkisini azaltmak için karnıma taş bağladım. Biri beni yemeğe götürür ümidi ile yola oturdum. Biraz
sonra Hz.Ebubekir (r.a) yanımdan geçti. Ona Allah’ın kitabından bir ayet sordum. Aslında maksadım
beni evine götürmesini sağlamaktı. Ancak götürmedi. Ondan sonra Hz. Ömer yanımdan geçti. Ona
da Allah’ın kitabından bir ayet sordum. Ona soruş gayemde beni yanında götürmesi idi. Fakat o da
götürmedi. Ondan sonra Allah Resulü SAV yanıma geldi. Yüzümden ve halimden durumumu anladı.
Bana şöyle dedi.
—Ey Ebu Hureyre!
—Buyur Ya Rasulullah
—Beni takip et
—Onu takip ettim. Evine gitti. Eve girmek için izin istedim. İzin verilince içeri girdim. Evde bir
bardak süt vardı. Evdekilere sordu:
—bu size nereden geldi diye sordu.
—onu bize falanlar hediye etti dediler.
—Ey Ebu Hırre!
—Buyur Ya Rasulullah
—Suffe ehlinin yanına git. Onları bana çağır
Kendi kendime, “bu kadar süt suffe ehline nasıl yetecek? Vücudumun eski gücüne kavuşması için
benim bile bu sütten daha fazlasına ihtiyacım var. Ancak Allah ve Rasulune itaat etmek gerekir
dedim ve suffe ehlinin yanına gittim. Onları davet ettim. Davete icabet ederek benimle geldiler.
İçeri girmek için izin istediler. İzin verilince eve girip oturdular. Allah Resulü SAV;
—Ey Ebu Hırre! Diye seslendi.
—Buyur Ya Rasulullah
Bunu al onlara ver buyurarak sütü uzattı. Onu alıp arkadaşlarına dağıttım. Sütü içip doyan bardağı
bana geri verdi. Ben başka birine verdim. O da doyuncaya kadar içip bardağı bana verdi. Herkese
dağıttıktan sonra son olarak Allah Rasulune verdim. Herkes doymuştu. Allah Resulü SAV bardağı
eline aldı bana bakarak tebessüm etti.
—Ey Ebu Hırre!
—Buyur Ya Rasulullah
—Yalnızca ben ve sen kaldık
—Doğru söylüyorsun Ya Rasulullah
—Otur ve iç
Oturup sütü içtim. Tekrar,
—iç! Buyurdu,
“Ben içtim artık içemiyorum diyene kadar iç buyurdu. Sonra bardağı Allah resulüne verdim. Sütü
aldı Allaha hamd ederek içti.’’

Rasulullah SAV vahiy geldiğinde yanında olduklarından hangi ayet ne için indi haberdar olmuşlardır.
Efendimizin her haline şahit olmuşlar ve beraber yaşamışlar, mucizeler onların yanında zuhur
etmişti. Hatta bazıları Cebrail aleyhisselamı görme şerefine nail olmuşlar. Bunlardan biride Harise
B.Numandı. İki kez Cebrail aleyhisselamı gördü.
—Bir gün Allah Resulünü görmek için mescide gittiğinde, mescidin kapısının önünde biriyle
konuşuyordu. Yanındaki ona beni göstererek sordu. :
—Bu kim ey Muhammed! (sav)
—Harise B.Numan
—O, Huneynde sebat eden Allahın cennete gireceklerine kefil olduğu şu yüz kişiden biri değil mi?
Eğer yanımıza gelip selam verseydi onun selamına karşılık verirdim dedi. Ben özel bir şey
konuşuyorlar diye yanlarına varmadım. O gittikten sonra Allah Resulü SAV bana sordu.
—Adamı gördün mü?
—evet

4
—O Cebrail a.s idi. Sana selam söyledi buyurdu.

Abdullah B.Ümmü Mektum ‘ da Cebrail a.s ‘ı görenlerdendir.


Onlar 1’e (Allah ve Rasulune ) hizmet ettiler, binlerde onlara hizmet etti. Hatta savaşlarda melekler
yardımlarına geldi.
Şehadete ereceklerini rüyalarında görerek vasiyetlerini bildirmişlerdir. En büyük arzuları şahadet
şerbetini içebilmekti. Öyle ki şehit olmadan önce rüyalarında müjdelenmişlerdir. Şehadet anlarını ya
savaş meydanında müşriklerle savaşırken ya da namazda olmasını arzu etmişlerdir.

Rasûlullâh SAV. ashâba namaz kıldırırken, onlardan bâzıları açlığın verdiği tâkatsizlikten ayakta
duramayarak düşüp bayılırdı. Bunlar Suffe Ashâbı idi. Çölden gelen bedevîler: «Bunlar deli!»
derlerdi. Allâh Rasûlü namazı bitirince açlıktan bayılanların yanına gider ve onları tesellî ederek:
«Allâh Teâlâ’nın katında sizin için neler hazırlandığını bir bilseydiniz, daha fazla yoksul
ve muhtaç olmayı isterdiniz.» buyururdu. (Tirmizî, Zühd, 39/2368)

İffet ve vakarlarına düşkünlükleri sebebiyle şahsiyetlerini zedeleyecek hareketlerden imtinâ


ederlerdi

Silsile-i Zeheb adı verilen yani Altın silsile olma şerefi de yine onlara aitti. Aşkın zirvesine ermişler
ve onları görüpte bilmeyenler deli diye çağırmışlardır.

Rasulullah SAV‘den görerek, sorarak ve yaşayarak öğrenip, öğretmişlerdir. Onlar ilim yönü ile
Efendimizin mirasçıları konumundaydı. Efendimiz Suffe Ehlinden bazılarına vahyi direk aktardığı
gibi, bazılarına da vahiyle gelen sırları vererek yetiştirdi. Bu sırları onlarla ebedi aleme göçtü.

Rasulullah Efendimizi evine davet eden Sahabe, attığı her adımı sayarak evine geldiğinde Rasulullah
Efendimiz soruyor, ne oluyor diye diyor ki o müthiş sahabe “Ya Rasulullah, attığınız her adıma bir
köle azat edeceğim.’’

Müslüman olduktan sonra kölelerini azat etmişler ve kimisini de Rasulullah Efendimize hediye
etmişlerdi. Rasulullah Efendimizde onları kölelikten azat edip izin verdi ise de onlar yine Efendimizin
dizinin dibinden ayrılmayarak dünya köleliğinden Ahiret sultanlığına ermişlerdir. ‘’Kişi sevdiği ile
beraberdir.” hadisi şerifi ile hallenerek Rasulullah Efendimizden dünyada hiç ayrılmadıkları gibi
ahirette de beraber olacakları müjdesine erdiler. Haklarında ayetler indi. Ebu Lubabe, Ebu Seleme
örnekler arasındadır.

Öyle bir aşıktı ki evlendiği gün Hanzala (RA) Uhud savaşına katıldı ve şahadet şerbeti içti. O şehit
olunca gayb perdeleri açıldı. Allahın Resulü SAV‘e Hanzala (RA)‘in melekler tarafından yıkandığı
gösterildi. Yanında sahabelerine dönen Allah Resulü Onlara;

—Meleklerin gökyüzünde gümüş bir tepsi içinde yağmur suyu ile Hanzala (RA)‘ i
yıkadıklarını gördüm, buyurdu. Allah Resulü (sav) Medine’ye teşrif edince birini Hanzala ‘nın
eşinin yanına göndererek, ona bu harikulade durumun sebebini sordurdu. Eşi onun acele ile Uhud ‘a
çıktığı için gusül edemediğini bildirdi.
Bundan sonra Hanzala (RA) Bütün sahabeler tarafından ( Gas’lül Melaike) ‘’ Meleklerin yıkadığı ‘’ kişi
olarak anıldı.
Kuranı on ayet ezberleyip hayatlarında uyguladıktan sonra bir on ayet daha ezberleyerek Kuranı
hıfz etmişlerdir.
İlim aşığı olan Ebu Hureyre ye nasıl bu kadar çok hadis rivayet ettiği sorulduğunda o şöyle
anlatmıştı sebebini:
—Bir gün Allah Resulüne giderek, Ya RASULALLAH senden pek çok şey duyuyorum. Ancak hepsini
ezberleyemiyorum dedim.
—Elbiseni çıkart! Buyurdu.
Elbisemi çıkarıp önüne yaydım. Onu alıp toplayarak kalbimin üzerine koydu. Bundan sonra ondan
pek çok hadis duydum. Fakat hiçbir şeyi unutmadım. Muhacir kardeşlerimiz çarşıda alışveriş
yapmakla, ensar kardeşlerimiz arazilerin başında malları ile çalışmakla meşgul oldular. Ebu Hureyre
ise Allah Resulünden ayrılmadı. Karnını doyurmamak pahasına onların duymadıklarını duydu,

5
onların ezberleyemediklerini ezberledi, onların yokluğunda Allah Resulü ile birlikte idi. Onlar
unuturken o ezberliyordu.’’
5374 hadis rivayet etmiş ve kendisine bir soru sorulduğu zaman hep hikmetle cevap vermiştir.

Müslüman olduktan sonra Rasulullah (sav) efendimiz isimlerini sorduklarında, eğer beğenmediği bir
isim ise hemen değiştirmiştir. Onlar da itiraz etmeden hemen kabul etmişlerdir.
Kimi beş yaşında kimi on dört yaşında, kimi otuz yaşında, kimisi de daha ilerleyen yaşlarda Suffe
Ehli olma şerefine ermişlerdir.

Akabe de, Taif de, Rıdvan biatında, Rasulullah (sav) Efendimize biat etmişler, O’nu her şeyden çok
seveceklerine ve ölümüne de olsa O’nu koruyacaklarına söz vermişlerdir.
Medine’ye Rasulullah (sav)’den önce hicret edenler bile Mekkeli müşriklerin eline O’nu nasıl bıraktık
diye ölümüne Mekke’ye geri döndüler. Ahiret hayatını dünyaya tercih ettiler ve her nefeslerini de bu
uğurda harcadılar.
Onlar Rasulullah (sav) efendimizin sağlığını ve varlığını her şeyden üstün tutuyorlar ve ‘O’ (sav
efendimizin) sağ olduktan sonra bize her işkence hiç gelir diyorlardı.

Rasulullah (sav) buyurdular ki:


"Ümmetimde ümmetime karşı en çok merhametli olan kimse Ebu Bekr'dir. Onlar içinde
Allah'ın emri hususunda en çok titiz olanı Ömer'dir. Haya cihetiyle en şiddetli olanı
Osman'dır. (Davalarda) en isabetli hüküm vereni Ali'dir. Helal ve haramı en iyi bileni
Muaz İbnu Cebel'dir, Feraizi (Zekat Dağıtım usulü) en iyi bilen Zeyd İbnu Sabit'tir. Kur'an
okumasını en iyi bileni Ubey İbnu Ka'b'dır. Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin
emini Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrah'dır. Ebu Zerr'den daha doğru sözlü olan birini ne gök
gölgeledi, ne de yer taşıdı. O, verada Hz. İsa aleyhisselam gibiydi. Hz. Ömer (ra) : "Yani
biz bu hasletin onda olduğunu kabul edecek miyiz?" dedi. Resulullah (sav): "Evet Bu
hasletleri onda var bilin!" buyurdular.

ASHAB-I SUFFE ‘DEN BAZILARI

• Bilal-i Habeşî(R.A.)
• Selmân-ı Farisî(R.A.)
• Enes bin Malik(R.A.)
• Hâlid Ebâ Eyyubel-Ensâri(R.A.)
• Abdullah bin Mesud(R.A.)
• Huzeyfetul-Yemenî(R.A.)
• Ebuzer-i Gıfarî(R.A.)
• Ammar bin Yâsir(R.A.)
• Muaz Bin Cebel (R.A)
• Ebud-Derda(R.A.)
• Ebu Musa el-Eş'ârî(R.A.)
• Mikdad bin Esved(R.A.)
• Halid bin Velid(R.A.)
• Mus'ab bin Umeyr(R.A.)
• Usame bin Zeyd(R.A.)
• Erkam(R.A.)
• Ebu Hureyre (R.A.)

Rasulullah SAV Efendimiz bir gazaya gideceği zaman Ashab-ı suffeden birini yerine vekil tayin eder
ve namazı kıldırmasını isterdi.
RASULULLAH EFENDİMİZİN KABRİNE İNDİĞİ SUFFE EHLİNDEN ABDULLAH ZÜ’L-
BİCADEYN (RA).

6
Bilal b. Haris anlatıyor: Tebük de bulunduğumuz bir gecede Allah Rasulü sav yanına gittim.
Gittiğimde Bilal-i Habeşinin elinde bir ateş vardı. Kabrin başında duruyordu. Allah Resulü sav ise
kabirdeydi. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer ise Abdullah Zü’l-Bicadeyn in cenazesini taşıyorlardı. Allah
Resulü (ASM) ,
—Kardeşinizi bana yaklaştırın! Buyurdu. Cenazeyi yerine koyunca Allah Resulü asm kıbleye
döndü, ellerini kaldırarak,
—‘Allah’ım! Ben ondan razı olarak geceye vardım Sen de ondan razı ol’. Diye dua etti.
Abdullah bin Mesud diyor ki: Ondan onbeş yıl önce Müslüman olmama rağmen ‘keşke onun yerinde
ben olsaydım’ diye temenni ettim der.
Abdülaziz b. İmran ise şöyle rivayet eder: ‘Allah Resulü (ASM) beş kişinin dışında kimsenin kabrine
girmemiştir. Bu beş kişiden biri Abdullah Zü’l-Bicadeyn ‘dir.

Utbe b. Gazvan dan rivayetle:


İslama girdiği duyulunca müşriklerin baskısına maruz kalan Utbe, işkencenin her türünden nasibini
aldı. Vefatına yakın yaptığı bir konuşmada o günlere ait bir anısını şöyle dile getiriyor:
—‘o gün ben Allah Resulü ( sav )in yanında bulunan yedi kişiden biriydim. Yanımızda ağaç
yapraklarından, dikenlerden başka yiyeceğimiz yoktu. Onları yemekten damaklarımız hep yara
olmuştu giyecek bir şeyde bulamıyorduk. O günlerde bir elbise elime geçmişti. Sa’d bin Malik’in
elbisesi yoktu. Elbiseyi ikiye bölerek yarısını ona verdim. O gün aramızdaki en mutlu kişi bir hurma
bulup ta onu ağzına alıp akşama kadar emen kişiydi. Bu gün ise orada bulunanlarda her biri bir
şehrin valiliğini yapıyor.’

TEVBE SURESİ 108. AYET


Uveym bin Saide Ashabı Suffenin önde gelen isimlerindendir. O cihad ve biat gibi pek çok konuda
insanlara rehber ve örnek olduğu gibi temizlik konusunda da insanlara örnek oldu. o ve ailesini
yalnızca Peygamber ( sav ) değil Allah cc da takdir etmişti. Uveym b. Said’ e anlatır: bir gün Kuba
Mescidinde iken, Allah Resulü ( sav ) yanımıza geldi
Allah, temizliğinizden dolayı sizden sitayişle bahsediyor, nasıl temizleniyorsunuz? diye sordu
—Vallahi Ya Rasulullah, bizim yakınımızda oturan Yahudi komşularımız var. Tuvalete gittiklerinde su
ile temizlenirler. Bizde onlara bakıp su ile temizlenmeye başladık.
Peygamber Efendimiz:
—peki, Allah’ ın hakkında ‘…orada (Kuba mescidinde) temizlenmeyi seven kişiler vardır. Allah çok
temizlenenleri sever.” Buyurduğu kişi kim? Diye sordu.
Devamla ayetin benim hakkımda indiğini işaret için
‘Onlardan Uveym ne güzel kişidir’ buyurdu. İbn Sa’d ‘ bize ulaşan bilgiye göre islamda su ile taharet
alan ilk kişi Uveym Bin Saide dir’ der.

Rasullah ve Sünnet Aşığı Abdullah b.Ömer


Allah Rasulü SAV’i canından çok severdi. O’nu andığı zaman gözlerinden yaşlar boşanırdı.Hac için
Mekke’ye gittiğinde Allah Rasulü’nün bulunduğu yerlere uğradıkça O’na ait hatıraları anar, gözleri
dolardı.Abdullan b. Ömer’in ayağının ağrıdığını öğrenen yakınlarından biri ,
En sevdiğin kişiyi hatırlarsan ayağının ağrısı geçer dedi.Abdullah b. Ömer “ Ya Muhammed ! diye
bağırarak bayılıp yere yıkıldı.
Onun sevgisi , emrine ve sünnetine uymaktaki aşkı ile taçlandı.Aşk derecesinde ki sünnete bağlılığı
hakkında Hz. Aişe Annemiz , “ Abdullah b. Ömer’den daha fazla Allah Rasulu SAV ‘i takip edip, O’na
uyan birini görmedim” demektedir.
Allah Rasulu SAV bir ağacın yanına gitmişse Abdullah b. Ömer de o ağacın yanına gider,
kurumaması için onu sulardı.Efendimiz SAV i adım adım takip eder, O’nun kıldığı bütün yerlerde
namaz kılardı. Abdulla b. Ömer de Cennetle müjdelenenler arasındadır.

Hadimu’r-Rasul Abdullah b. Mes’ud


Her yerde sürekli Allah Rasulü SAV ‘in hizmetinde bulunma şerefine ulaşanların başında Abdullah b.
Mes’ud gelir. O, Allah Rasulü’nün ayakkabıcısı,misvakçısı ve sarıkçısıydı.
Rasulullah SAV Efendimiz tarafından özel izin verilmesi: Abdullah b. Mes’ud ‘ u hizmette ayrıcalıklı
kılan en önemli özellik, Allah Rasulu SAV’in ona, yanına girmesi için verdiği özel izindir.
Efendimiz ona, “ yanıma giriş iznin, perdenin kalması yada sesimi duyman ya da

7
karartımı görmendir. Yasaklanıncaya kadar bu şekilde izinlisin.“ buyurdu. Allah Rasulü
SAV’in evine rahatça girip çıkarak, O’nun özel hayatını da yakından görme imkanına kavuştu.

Rasulullah SAV Efendimizin Kur’an-ı Kerim Öğrenmede İşaret Ettiği Ashab-ı Suffeler:
Rasulullah Efendimizin “Kur’an’ı dört kişiden alınız: Ümmü Abd’ın oğlu, Muaz b.Cebel,Ubey
b. Ka’b ve Huzeyfe’nin kölesi Salim”
Ümmü Abd’ın oğlu yani Abdullah b. Mes’ud)’u bu konuda özel kılan Allah Rasulu SAV ‘in
Kur’an’ı Cebrail AS ‘a arz edişine, yani okumasına şahit olmasıdır.

Cebrail A.S tarafından bizzat müjdelenen ABDULLAH b. Ümmü MEKTUM;


Bir gün Cebrail AS , Allah Rasulü’nün yanına geldi.O sırada İbn. Ümmü Mektum da oradaydı.Cebrail
AS ibn. Ümmü Mektum ‘ a “ gözlerini ne zaman kaybettin” diye sorunca” küçük yaşta
kaybettim” dedi.
Cebrail AS.
Allah CC. Senin için,” Ben bir kulumun değerli bir şeyini elinden alırsam, ona mükafat olarak
mutlaka Cenneti veririm” buyurdu, müjdesini verdi.

Bizler Ashab-ı Suffe zamanında yaşayamamış olsak da, Rahmanın tecellisine mazhar ve Rasulullah
Efendimiz ile hem hal olan, varisi Rasul olan Gönül Sultanımız ile o manevi havayı yaşamaya
çalışan fakirleriz. Bize bu manevi havayı yaşatan Rabbimize sonsuz şükürler olsun.

Ya Rasulallah! bizler Sana, Senin döneminde ashab olamadık ama senin öz oğul mesabende olan
Efendimize ashab olma şerefine Rabbim bizi eriştirir inşallah. Bizde ashabının ashabı olma yolunda
canlarımızı verir,Üveysi oluruz inşallah.

Você também pode gostar