Escolar Documentos
Profissional Documentos
Cultura Documentos
Selçuk Y ayınları
KONYA
Dr. ALİ KEMÂL BELVİRANLI
ARUZ ve AHENK
HER H A K K I M AH FU ZD U R.
AHM ED SAİD M A T B A A S I
İ s t a n b u l --------------------1965
SELÇUK YAYIN LARI 3
Kapak : Nesip KOÇER — KONYA
Dizgi ve B askı: Ahmed Said Matbaası — İst.
ÖNSÖZ
Bu kitapta:
A RU Z'un gerçek m âhiyyeti, doğuşu ve ana fikri,
Târihî gelişimi.
M ûsikî ile olan tnünâsebetleıi.
M illî m efkurem ize ve müstesna dilimize olan büyük hizmetleri, İlmî
delillerle dile getirilm ek istenmiştir...
A R U Z’un: «Ancak eski yazı ile anlatılabilir» denilen bir çok kaaide ve
husûsiyetleri, yen i h arflerle ve gayet açık olarak ifâde ve îzah edil
miştir.
A R U Z ’un: Hemen hem en bütün bahir ve vezinleri şemalar ve tablolar
hâlinde gösterilmiş, bunlardan 88 vezne âid, Türk Edebiyâtı’nın şahe
serlerinden m isâller verilmiştir.
ö ğ ren cile r için gereken fayda ve kolaylığı sağlamak gâyesiyle bu misâl
ler, öncelikle, lise ve m uâdili okullarda okutulmakta olan edebiyat
kitaplarındaki meşhur şâirlerin şiirlerinden derlenmiştir.
Dr. A li K em âl B E L V lR A N U
1 E ylü l 1964
LO N D RA
2 — Şöyle de okunabilir :
G ördükleri rü ’yâ — ezelî bahçediraşka.
Her m evsim i bir yaz — v e esen rüzgârı başka...
G ördüğünüz gibi bu ikinci okuyuş şekli, insana daha hoş
geliyor.
Ö yleyse :
B eyit içindeki şu k uvvetli çizginin ( / ) görüldüğü yerlerde,
nefesi keserek bir m üddet durmalı, sonra gene okum aya devâm
e tm e lid ir:
A R U Z VE A h e n k
E şsiz/zaferindir/unutulm az/ebediyyen,
Bin y ıl/lık ^ A R U Z V E Z /N İ’ni k u rtar/d m ^ ölü m d en !..
«Giimüştül»
Y A H Y A K E M A L ’E (1)
10
günün en büyük şairi saydığım ız Y ahya Kem al Beyatlı da şiir
lerini aruz vezniyle yazdığına göre aruzun ölümünü ilân etm e
de acele etmiyelim .
Belki m evcut aruz şiirlerinde dil biraz eskimiş sayılabilir
amma, bu en temiz v e en güzel türkçenin aruzla yazılam ıyaca-
ğının bir delili denemez. A ruz hâlâ Türk şiirinin en güzel ahen
gini duyuran bir m usiki vasıtası olarak aramızda yaşıyor!..
9 Kasım 1958
BÖLÜM II.
Giriş
Ezelî Nizam ve Ahenk
12
ü zerin de yaşamakta bulunduğum uz Dünyâ, bunlardan bi
rine, yânî Güneş sistemine m ensûb olup, gerek kendisi ve ge
rekse Güneş etrâfında devam lı ve periyodik bir dönüş halin
dedir...
Dünyâ gibi, v e ondan çok daha büyük gezegenleri ihtivâ
eden Güneş sistemi de, başka bir sistemin pervânesidir...
13
Eski bir Yunan şâiri, gök kubbesinin en üst yıldızından bı
rakılan bir örsün, yer yüzüne ancak 10 günde gelebileceğini
söyliyerek, gök kubbesinin uzaklığı hakkında bir fikir verm ek
istemişti. Zavallı şâir.. Örs, diğer yıldızlar bir tarafa, Güneş
sistemine mensup, hem de onun sondan bir evvelki yıldızı olan
N eptün’den dahî bırakılm ış olsaydı, yer yüzüne ancak 30 sene
sonra gelebilecekti!..
K aldı ki, fezâ âlem inde Güneş, aşağı-yukarı, orta büyük-
lükde bir yıldızdır. O, yıldızlar m em leketinde orta halli bir
vatandaştır.
G ök yüzü, bizim kine benzeyen, ve çoğu ondan büyük olan
binlerce güneşle m eskûndur... Teleskoplar ilerledikçe, gök ok
yanusunun eşsiz büyüklüğü m eydana çıkm aktadır...
Biz bu m uhteşem âlem in en basit, ve en küçük bir uzvu
m esâbesinde olan Dünyâ üzerindeki tabiî ve periyodik hâdise
lerin, değişm eyen kanunların hayretleri içindeyiz...
500 m ilyon ışık yılı uzaklığa göm ülm üş yıldızdan, Güneş
Sistemine kadar fezâda yer alan 40 m ilyarlık yıldız küm eleri
nin, ve bu arada dünyâm ızın; düzen, câzibe, devir ve hareket
bakım ından ayni kanunlara tâbî olduklarını İlmî olarak da bil
m enin vecdi içindeyiz!..
14
En küçük bölüm lerinden, en muazzam kısımlarına kadar,
İlâhî bir kanuna, tertip v e düzene, seyr ve harekete tâbi olan
kâinât; başlıbaşına bir hilkat, bir m atem atik; ve her vechesile
bir nizam v e âhenkden ibârettir. K u r’ân’ımızın ifâdesiyle :
15
Hem, niçin duym ayalım , ve neden sezmiyelim?..
Bize; bir yıldızın 3000 sene evvel veyâ sonraki yerini, sâni-
yesine varıncaya kadar tesbît ettiren, hep bu İlâhî ahenk ve
değişm eyen nizam değil m idir?.. Bu tecellîdeki mânâ, bütün
bunları yaratanın azametine delâlet etmez mi?..
İşte bütün mes’e le : Kâinatdaki bu İlâhî âhengi sezebilmek,
ve bu tecellîdeki derin mânâyı kavrayabilm ek; ve bir cüm le ile,
varlıkdaki her zerrenin (A llah ) diyen sadâsını, tesbîhini duya
bilm ektir!..
Bu ise; bir dikkat, bir îman, daha doğrusu bir nasîb işidir...
16
«Z errelerd en ,/k ü relerd en ,/b ü tü n ^ ecrâ /m a kadar,»
«K ehkeşanlar/la, şu boşlu k /da yüzen m il/yarlar,»
«Gümüştül»
F: 2 17
insanı insan eden, v e onun zevk-ı selimini m eydana geti
ren, işte bu nevî hasletleri, ve onun güzele, tertibe, nizam ve
âhenge olan bu çeşit m eyilleridir...
Çünki bu hâl; insanın fıtrî hasleti, aslî ahşkanlıgı, ve nor-
m âl hâlidir.
Nizamdan, ölçüden, kaide ve âhenkden hoşlanmıyanlar, ya
gaflete dalanlar, yâhut da kanser hücreleri gibi atipik olan
lardır.
«Gümüştül»
Ünlü şâirimiz :
(V ecde gel, sen /d e o â le m /le rin ^ â h e n /g in e uy!..) diyordu.
Biz de bu âhenge uyu yor; kendimizi, âhengi-ölçüyü konu
edinen ilim lerin içinde buluyoruz...
Ö lçü v e âhengi kendisine konu edinmiş ilim lerin başında
Güzel Sanatlar gelir.
A risto: «Güzellik, bölümler arasındaki âhenk ve tenâsübden
ibârettir» diyordu.
18
TEN, Güzel Sanatlarla uğraşanlara şu tavsiyede bulun
muştu ;
«Modelleriniz üzerindeki bölümlerin ölçü ve nisbetlerini,
kaynaşma ve birleşme noktalarını, yâni bunlardaki tertip, düzen
ve ahengi görmek ve temin etmek... Sizin vazifeniz, işte budur!.»
demişti.
Esâsen, bir şeyin güzel oluşu; ölçülü, tertipli v e ahenkli
oluşundandır. Dikkat edersek, bizde ulvî bir duygu ve heyecan
m eydana getiren eserler de, bu nevi eserlerdir. Meselâ :
Şu yazıyı seyrediniz :
19
Şu esere bakınız
20
Şu besteyi terennüm ediniz :
BESTE: Köçek
U S U L Ü : Devri Revan Mustafa Ef.
G Ü F T E : Hz. Mevlâna
c )
____ k e r i m ^ ri m' — r
I he h* </f 4y^İ9ni^me—ft
İ li / :
\/a----------- ^ Ij*j^ı Ke-hün^ ah
tf
<
1/ ( f l L ^ i’ [j
lıı yi h « _ ju l U ni m t — n v a ___________ j vtı_________ y lity i.İM y ih û ftU .ri n c _ a
L
tij I I» Lü- r »
va B tfriT w _n m e — m* ^ e r (>« r l k e ____ J e c r c m l . . ^
-br ni jje r
21
Şu şi’ri okuyunuz ;
R Ü Y Â M
22
S ev d â /lı sabâlar,/o seh erler/den ^ eserm iş,
R û h u m /daki y ıld ız ,/o gü n eşler/den esermiş!..
M a n z û /m e m in ^ â h e n /g i,^ o gülşen/den^^alırtmış,
Bir b e s /te n in ^ ilh â /m ı ki: C en n et/de çalınmış!..
H erşey,/gene hep, a y /n i tehassüs/le yeşermiş,
R a b bim ,/yere g ök ler/g ib i seccâ /d eyi sermiş!..
T en zîh /ed iyor Z â /t ’ini: ru h la r/v e m elekler.
E lm as/gibi göz y a ş /la n dökm ek/te, çiçekler!..
G ök e h /lin e m ahsu/s ib âd et/leri varmış,
Y ıld ız /la r^ e rir , g ö z/y a şı h âlin /d e yağarm ış!..
Bin b e r /k -ı te ce llî,/o sem âlar/da çakarmış.
H er lem ’/ası, fâ n î/le ri bir an /da yakarm ış!..
23
BÖLÜM III.
Ahenk ve Sanat
24
Yazıda, bestede, şiirde sezilen ahenk; bir bakıma hünerin,
mahâretin, m a’rifetin ifâdesi; diğer yönden de kâinatdaki m ev
cut âhengin küçük bir m odeli, ve tabiî bir rezonansıdır.
D em ek oluyor ki; bir eserin, bizde ulvî bir tesîr yapabil
mesi için, ölçülü, tertipli, vezinli, ve bilhassa âhenkli olması;
diğer bir tâbirle m âhir bir hattatın, ehil bir m îmârm, duygulu
bir bestekârın, ve nihayet içli bir şâirin eseri olması lâzımdır.
İşte rûhumuzda böylesine ulvî, ve böylesine hissî bir he
yecan tevlîd eden; hüner, mahâret v e m a’rifet yoliyle m eydana
getirilen eserler, estetik eserlerdir. Ki, bunların hepsi birden,
Güzel Sanatları m eydana getirir.
Eğer bu s a n a t:
Estetik sanatın :
25
BÖLÜM IV
Musiki ve Aruz Münasebetleri
26
o = 4 dörtlük
o = 2 dörtlük
= 1 dörtlük
= 8 lik
= 16 İlk
= 32 lik
Do Re Mi Fa Sol Lâ Si
- ö -
27
U SU LÜ : DÜYEK BESTE : A. K. Belviranh
G Ü F TE : M. Âkif — A. Ulvi
A LLAH A D A YAN
«Rast İlâhi»
E
m
' Wi>. ^aa /tM
« <mim
» KılÛ «A>
/ ____ L/ «f>
*1/ «//t
yf» «t/M JftSutveS'
0 a _____ « t § ^ â . _________^____________
28
7 — D em ek oluyor ki, üsulleri meydana getiren, iki batuta
arasmdaki notaların toplam değerleri, daha doğru bir deyim le
darb adetleri yâni vezinleridir.
Y ukarıdaki bestede, iki dik çizgi, yâni iki batuta arasında
yer alan notaların, değer bakımından toplamı, 8 likden 8 adet
notaya eşittir. Bu sebeble, yâni iki batuta arasında 8 tâne 8 lik
değerde nota ihtivâ ettiği içindir ki, bu bestenin üsûlüne 8/8 lik
üsul denir, v e bu rakam, yukarıda görüldüğü şekilde bestenin
başına yazılır.
8 — Üsuller; darb adedine göre m uhtelif adlar alırlar ki,
bâzıları şunlardır:
29
BÖLÜM V
Aruz, Aruzun Keşfi ve
Tarihî Tekâmülü
’i 1
Şu halde ( J-» ) nin yeni yazıdaki ’u i t
karşılığı şu şekilde bir kalıptır. ’a
30
Diğer bütün notalar, nasıl 4 dörtlük şu yuvarlağa {d) ilâve
ler yaparak, çengeller takarak elde olunmuşsa. Aruzun bütün
diğer tefileleri de, bu ana modele (m, e, â, ü, n, s, t) harfle
rinin ilâvesi, ve (aksan sirkonfleks) adı verilen şu ( " ) incelt
me veyâ uzatma işâreti ile, (apostrof) denen şu ( ’ ) vurgu işa
retinin, yâni bu şekildeki çengellerin giydirilmesiyle elde edi
lir. Bunlarm yapılışları şöyledir, ve hâsıl olan tef’ileler de 11 i
esas, geri kalanı da tâli olmak üzere 30 adet olup şunlardır; (1)
(1) Esâsmda (efâîl - tefâîl) denen bu kalıp veyâ m odeller; (feûlün, fâilün,
fâilâtün, mefâîlün, m üstef ilün, m üfâaletün, m ütefâilün, m ef ûlât) olm ak üzere
8 tanedir ki, bunlarm tekrârmdan, değişikliğinden diğer kalıplar m eydana gelir.
Fakat biz, kolaylık olsun diye aruzun bütün vezinlerindeki m odelleri bir araya
topladık.
31
Te^f’ ile^ler Tablo^>u\
'i
/ u I
’a
I tn » At â , -ü , tJ f f t •-»
j(
■f) â- îu ' k ün s rrıgfâtlün fZ) m e f ^ û l â f ü
'a
13] m e f û lü n
2 ) İvil '- .i Ün =■fn iiiiefiliin ») r r ıe f û lû
“ i’/»
ıs) m ef û l
«i ^^iâfiİTi- -fâtlâtüK 16] m üifef*ilü
’a
f7] r r iiis ie f i lâ f ü n
4' i ü n = tn ü ffe ilm fS] m üffei/ü
“ / ■ '‘ •İİ
ffi] frytifâalefûn
5j ' i â f =. f â i l â t f-aj m û ie f â ila n
y î’^
2/} f â ilâ t û
ts ■<
m e jd ' 'm İÜ r^-im efâiiü Z2) fa ' lâ f tin
'a
Z3 İ fa ’ lâ f
V
7) m e f â •« , iü n = mefâiîün z a ] feitâ fû
zs) f e ilS f
e) fâfûn= feild tû n 16) fe ilû n
Z7 ) fa ’ tün
m e^â' = m e fâ îl z») f e û lû
zf) f e û l
fo) f o - 'h . £ûn fe û lv n 30} f e it
^ 1>« I
V j.
’< / J^iin = fâilün
’a I
32
4 — Notalar, 5 çizgide aldıkları yere göre nasıl (do, re,
mi, fa, sol, lâ, sî) diye isim alırlarsa, tefileler de beyit içinde
aldıkları yere göre isim alırlar.
Meselâ: (fâilâtün, fâilâtün, fâilâtün, fâilün) te f’ileleriyle
yazılan :
F: 3 33
G erçi m isâlim izde te f’ilelerin bölündüğü görülüyorsa da.
b u bir benzetm e olduğu için ehem m iyeti yoktur.
5 — M ûsikîde ses v e nağm elerin m uhtelif değerdeki no
talar hâlinde 5 çizgide, gâyeye u ygu n şekilde sıralanmasiyle
besteler m eydana geliyordu. Aruz ilminde de tef’ilelerin mıs
ralar veyâ beyitler içinde sıralanmasiyle, aruz veznine uygun
nazım veyâ şiirler meydana gelir.
6 — M ûsikîde m uhtelif değerdeki 7 çeşit notanm iki ba-
tuta arasmdaki değerlerinin toplamına, daha doğrusu darb ade
dine göre nasıl üsuller m eydana geliyorsa; Aruzda da: tef’ilelerin
bir mısrâ veyâ beyit içindeki cins ve sayılarına göre (Bahirler)
meydana gelir.
M eselâ :
34
7 — M ûsikîde üsulleri m eydana getiren, iki batuta ara
sındaki notaların toplam değerleri, yân î darb adetleri idi.
Aruzda da bahirleri meydana getiren, yukarıda görüldüğü gibi,
tef’ilelerin cinsleri, sıraları, ve bunların ayni bir mısra veyâ
beyit içindeki sayılarıdır.
8 — M ûsikîde üsuller darb adedine göre, nasıl çeşidli adlar
almışsa; Aruzda da bahirler, yukarıda görüldüğü gibi şu adları
almıştır:
1 — Hezec bahri
2 — Recez
3 — Rem el
4 — MünseriK
5 — M uktedab
6 — M uzârî
7 — M üctes’
8 — Serî
9 — Karîb
10 — Cedîd
11 — H afif
12 — Müşâkil
13 — M ütekaarib
14 — M ütedârik
35
den çıktıkları için, berâberce bir grub veyâ dâire teşkil ederler
ki, buna 1 inci Grub, veyâ asıl adiyle: (Dâire-i Mü’telife) denir.
• 8., 9., 10., 11. ve 12 nci bahirlerin, yânî (Serî, Karîb, Cedîd
ve Hafîf) bahirlerinin m eydana getirdikleri gruba: 3 üncü
Grub, veyâ (Dâire-i Mütenevvia) denir.
B irbirlerine yakın olup da, ayni bir grub veyâ ayni bir
dâire içinde toplanan bahirlerin kök îtibâriyle m üşterek oluş
larına, v e ayni b ir kökden nasıl çıktıklarına bir misâl olmak
üzere, 1 inci Grubu, yânî (D âire-i M ü’telife) y i m eydana geti
ren Hezec, Recez v e Rem el bahirlerini gösterelim
Bu grubdaki Recez ve Rem el bahirleri, kök îtibâriyle H e
zec bahrinden çıkm ışlardır. Şöyle ki
B ilindiği üzere Hezec Bahri: B ir mısrâda 4 dâne (m efâîlün)
ün bulunm.asiyle oluyordu. Bunlardan ikisini yan yana y a
zalım :
mefâîlün mefâîlün
olur ki, bu da: (fâilâtün) dem ektir. Çünki lügatde (1ün m efâî)
diye de bir kelim e yoktur, (fâilâtün) kelim esi bunun dengi, ve
ritim îtibâriyle eşitidir, (fâilâtün) ise, (R em el bahri) nin aslî
unsurudur.
37
A rab aruzuna dâhil bulunan, ve her beytinde 6 dâne
(müfâaletün) ihtivâ eden (Vâfir) bahrinden ise, her beytinde
6 dâne (mütefâüün) bulunduran (Kâmil) bahri doğmuştur.
10 — Misâl olarak verdiğim iz bestede görüldüğü gibi, m uh
telif değerdeki notaların (D iyez) veyâ (B em ol) gibi ârı-
zalar alarak, veyâ hiç ârıza almadan, gâyeye uygun şekilde
5 çizgide yerleştirilm esiyle, v e karardaki notanm adma göre,
nasıl m akam lar m eydana geliyorsa; isimlerini kaydettiğimiz
bahirleri meydana getiren çeşitli tef’ilelerin de muhtelif şekil
lerde kullamimasiyle, adı geçen bahirlerden muhtelif vezin
şekilleri doğmuştur.
Hezec bahrinden 16
R ecez 13
Rem el 22
M ünserih 16
M uktedab 5
Muzârî 12
M üctes’ 7
Serî 6
K arîb 5
Cedîd 3
H afîf 6
Müşâkil 3
M ütekaarib 6
M ütedârik 4
124 nu; 124 vezin eder.
39
G ök yüzünün nikapsız göründüğü,
Y ıldızların teker teker sayıldığı,
Mehtabın, insanı çılgına döndürdüğü,
M ahrûm iyet diyârı,
A levler mem leketi,
Sırların beşiği... Ç öl...
B öyle bir m uhitte şiir; yalnız vezinli ve kafiyeli söz söy
lem ek değil, ayni zamanda hayâtî bir m ecbûriyettir. Hattâ ha
yâtın kendisidir. Çünki bununla, bütün bir hayât, bütün bir
akış ve yaşayış dile gelecektir. Dertler, çileler, ümidler, yeisler,
aşklar, heyecanlar; mânâ ve ifâdelerini bunda bulacaklardır.
«Çölün ortasında, karın tokluğuna yük ve insan taşıyan
deveci; sıkıntısını giderm ek, yeisden kurtulmak, devesini gay
rete getirm ek için, şiirden m eded umar.» (1).
H ayvanların en gayretlisi, en uysalı ve en müteham m ili
olan deve, çöl güneşinin ateşden alevini giye-giye, ve onun
yakıcı şu’lelerini içe içe giderken, bir ara tâkati kesilir, adım
la n seyrekleşir; gözlerinde içler yakan bir bakış belirir. îşte o
sırada tîz ve yanık, bir ses işitilir.
«Bu ses; asâsı elinde, ageli başında olan, ve devesinin ar
dında yalın ayak yürüyen devecinin sesidir.» (1).
«Bu ses; ne b ir neşîde, ne bir basit nağm edir; gerçek bir
şi’rin ta kendisidir!..» (1).
«Bu şi’riyle deveci; derdini-çilesini Yaradan’ma arzetmek
ister...» (1).
«D eve; sâhibinin dediklerini tem âmen anlar; kızgın çölde
yalnız olmadığını, dert çekenin kendisinden ibaret bulunm a
dığını hisseder;» (1).
«A dım lar sıklaşır,»
«Yürüyüş hızlanır,»
«Ü m idler belirir,»
«K ederler silinir,» (1).
40
D evecinin: (H ay yâ) diyen teşvikleri işitilir, ve O, şu söz
lerin arabcasiyle seslenir :
«Develeri dövmeyiniz,»
«Onlar, kendileri giderler!..»
«İşte zâten yaklaştık;»
«Yiyecek bulacağız, içecek bulacağız...» (1).
42
 yetlerden bâzılan ş u n la rd ı:
,î f
a jj Ş> j ' .İ İ ^ Ü > ' ' U^ 4^»
J J j i VJ ^ j ■'J ^ U 5 V— -€ r ^ . 'j
'' y "* ^
(. 7)
✓ >*
( 2) o
44
(Eğer kulumuz Muhammed’in üzerine parça-parça, sûre-
sûre, âyet-âyet indirdiğimiz Kur’ân’m Allah Kelâmı olduğun
dan şübhe ediyorsanız, ve bunları biz de söyleyebiliriz şeklin
deki iddianızda doğru ve samimî iseniz, haydi siz de onun ben
zerinden bir sûre meydana getirin. İsterseniz, Allah’dan başka
şâhidlerinizi, yânî taptığınız putları da yardıma çağırın!.) (1).
46
— Çocuğa ne söyletiyorsun? diye sordu.
O zâ t:
— Bu; ecdaddan gelen bir âdettir ki, adına: (Neîm) der
ler; çünki bu kelimelerin içinde (neam) tâbiri vardır, dedi.
Arabcada (neam = evet), (lâ = hayır) demektir.
İmam Halil’in düâsı, kabûl olunmuştu. Bu hâdise, ve bu
duyduğu kelimeler ona, Aruz ilmini keşfettiriyordu :
(neam lâ) dan = (feûlün),
(neam lâ lâ) dan da = (mefâîlün) vezni doğacaktı!..
47
nuda da; (Kitâbün finnahvi vel-lüğa), (Fâit-ül-ayni fillüğa),
(Kitâbün filavâmil) adındaki eserleri vermişti.
48
Kur’ân; bir şiir ki tâbi değildi, amâ; ilimlere mevzû, sanat
lara model veren, (Kuru ve yaş ne varsa, hepsini bildiren)
Allah kelâmı değil mi idi?..
Onun âyetlerine; hakikat ve âhenk yönünden, fesâhat ve
belâgat cihetinden benzer olabilecek, hangi söz ve hangi şiir
vardı?..
îman eden, okuyan, mânasını bilen her m ü’min; nasıl
Kur’anda aradığını bulur, müşkilini halleder, sırlar keşfederse;
nasıl rûhunun yıkandığını, yorgunluğunun gittiğini, vicdânının
temizlendiğini hissederse; İmam Halîl de, O’nu okurken, şüb-
hesiz ki bütün bunları yaşıyor, ve ayni zamanda keşfettiği il
min, yânî Aruz’un sırlarım, mefhumlarını gene orada bulu
yordu!..
Zannederim ki O :
F; 4 49
J o - -o -
SO Â,' :> o
(D âniyeten/aleyhim /Dilâlühâ/ve z’üllilet/kutûfühâ/tez’lîlâ) (6)
(m üfteilün/ feûlün /m efâilün/ mefâîlün /m efâilün /m ef ûlün)
50
(Evkellez’î /m erra alâ/karyetin...) (7)
(müstef ilün/m üfteilün/f âilün)
İmam Halîl Ahmed'in; duygulan, sezgileri, ve muhtelif
ilimlerdeki derin bilgileri yanmda, Aruz ilmini keşfetmesine
bilhassa âmil olan, O’nun Hac yolculuğu, yânî Ka’beyi ziyareti,
ve orada ettiği düâ idi. Ka’benin diğer bir adı da (Aruz) oldu
ğu için, O; keşfettiği bu yeni ilme (Aruz) adını verdi.
O; Aruzu yalnız keşfetmekle kalmadı; ayni zamanda ona
ait kaaide ve prensıpıerı ae vaz’eitı.
( J-j ) modelini esas alarak, (sebeb), (veted) gibi bâzı ke
lime ve mefhumlarla, vaz’ettiği prensipler dâhilinde, yukarıda
bildirdiğimiz 8 tef’ileyi, yânî: (feûlün, fâilün, mefâîlün, fâilâ-
tün, müstef ilün, m ef ûlât, müfâaletün, mütefâilün) gibi m o
delleri meydana getirdi.
Sonra bunlardan, (zihaflar), (illetler) adını verdiği m ef
humlarla, ayni prensipler dâhilinde Arab Aruzuna âit 15 bahri,
ve bunları içine alan 5 dâireyi meydana getirdi ki, şunlardır :
1 inci dâire ;
1 - Tavîl bahri Bir beyitte 4 defâ (feûlün - mefâîlün)
2 - Medid » » » (fâilâtün - fâilün)
3 — Basît (müstef ilün - fâilün)
2 nci dâire :
4 - Vâfir Bir beyitte 6 defâ (müfâaletün)
5 — Kâmil (mütefâilün)
3 üncü dâire :
6 — Hezec (mefâîlün)
7 — Recez (müstef ilün)
8 — Remel (fâilâtün)
5 inci dâire :
15 — Mütekaarib Bir beyitte 8 defâ (feûlün)
52
Aruz’un te’sirleri, ilk defa îranda görülmeye başladı.
Dilleri; hakîkaten âhenkli ve zengin olan îr an şâirlerince,
Aruz vezni, kolaylıkla benimsendi. Hattâ kendileri tarafından
biraz daha geliştirildi; (Cedîd), (K arîb), (Müşâkil) bahirleri
bunlar tarafından îcâd olundu.
Dâire-i Müttefika :
Mütekaarib bahri (imam Halil’in) (Her beyitte 8 defâ - ieûlün - )
Mütedârik bahri (Ahfeş’in) (Her beyitte 8 defâ - fâilün - )
Dâire-i Serîa
Cedîd bahri (îranhlarm) (Bir beyitte 2 defâ :
İâilâtün - fâilâtün - müstef ilün)
Karîb bahri (îranhlarm) (Bir beyitte 2 defâ :
mefâilün - mefâUiin - fâilâtün)
Müşâkil bahri (îranhlarm) (Bir beyitte 2 defâ :
fâilâtün - mefâîlün - mefâîlün)
53
AHREB ve AHREM VEZİNLERİ
54
ayrı bir tasnife tabî tutarak 4 grub veyâ 4 dâire hâlinde topla
dılar ki, bunları ileride göreceğiz.
55
BÖLÜM VI.
U İZ; kendi öz malımız olan Aruz veznini; iki-üç asırlık bir za-
® m.an farkiyle îranlılardan aldık. Tertib ve tasnif yönünden
de, mühim bir değişikliğe tâbî tutmadık. Biz zekâmızı, muvaf
fakiyetimizi; fonetiğimize uygun vezinlerde yazıp, diğer ve
zinleri oldukları yerde bırakmak sûretiyle gösterdik. Kullan
dığımız vezinleri de Türk potasında eriterek, adetâ millî vezin
ler hâline getirdik. Hele (Remel, Müctes’ , ve Hezec) bahirle
rinde ölümsüz şiirler verdik.
Bu işe de; önceleri, hece veznine yakın olan aruz kalıpla
rını tercih ederek başladık. Nitekim Aruzla yazılmış ilk Türk
eserlerinden biri olan ve 7000 kadar beyti ihtivâ eden (Kutadgu
bilig) adlı manzûme, mesnevi tarzında ve hece vezninin 11 li-
sine tekabül eden (Mütekaarib) bahrinin (feûlün feûlün
feûlün - feûl) vezninde idi.
56
Geniş bir edebiyat kültürüne sâhib olan şâir ve edibleri-
mizin himmetleriyle, kısa zamanda, aruzun diğer kalıplarmda
da şiirler yazılmağa başladı.
57
Bu büyük milletin, târih şuuruna sâhib üstün kabiliyet ve
ehliyeti hâiz asîl şâirleri; bu büyük işi, hem de aruzun 20 ka
dar vezni içinde başarmak kudretini göstermişlerdir.
58
BÖLÜM VII.
59
Şimdi şemalar hâlinde Aruz Bahirlerini ve misâlleriyle
Aruz vezinlerini görelim
61
BİRİNCİ DÂİRE
(Dâire-i Mü’telife)
I. HE2EC BAHRİ :
«Yahyâ KEMÂL»
62
Benî candan/usandırdı,/cefâdan yâr/usanmaz mı?
Felekler yan/dı^^âhımdan,/muradım şem’/i yanmaz mı?
«FÜZÛIİ» (1)
Dağılmış â/fitâb^eşcâr/içinde,
Eser hoş bir/nesîm^.envâr/içinde,
Perîlerden,/meleklerden/beşâret! ..
«Abdülhak HÂMİD»
63
mefâüün mefâUün
.HÜDÂλ
mefâîlün feûlün
«Ne bû hiss^ü/melâhat,»
«Ne bû hum k^u/belâhat!.
64
G e l^ e y m ahbû/be ÇİN’den,
O şîrin köşk/içinden
.Yahya KEMÂL»
Rü’yâda/edip ol leb-i/§îrîni/temâşâ,
Çeşmim bu/gice gördû/şekerhâb-ı/safâyı!..
F: 5 65
m ef ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün
•^Yahyâ KEMÂL»
«Yahyâ KEMÂL»
66
Bir berk/arasından/ederek öm /rü temâşâ,
Bir m üd/det^içün göz/kamaşır: İş/te muhabbet!.
«Cenab ŞEHÂBEDDİN»
«NEDiM» (1)
«Faruk NÂFİZ»
«Fâruk NÂFİZ»
10
MEVLİD GİCESİ
«M. AK İF.
(2) Metinlerle Türk ve Batı Edebiyatı. Lise III. — N. Banarlı. Sayfa: 75.
68
Kandilli/yüzerken^uy/kularda,
Mehtâbı/sürükledik/sularda!..
Bir yoldu,/parıldayan/gümüşden,
Gitdik... ba/his^açm adık/dönüşden!..
Hülya te/peler, hayli/ağaçlar,
Durgun su/da dinlenen/yamaçlar!..
«Yakıya KEMÂL.
11
m ef ûlü mefâilün
«Bilcümle/makaalâtım:»
«Mahsûl-ü/meânîdir...»
12
m ef û lümefâî lüfeûlün
A ltın/kulelerden/yine kuşlar,
Tekrâ/rını^^öm rün/eder^i’lân!..
Kuşlar/mıdır^^onlar/ki, her^akşam,
 lem /ler imlzden/sef er ^ e y 1er!..
(1) Metinlerle Türk ve Batı Edebiyatı. Lise III. — N. Banarlı. Sayfa: 194.
69
II. RECEZ BAHRİ :
«Mullim n Ac î >
«MÜŞTÂK»
70
m üstefilün müstef ilün m ef ûlün (1).
-ULVİ»
Açdı^_^bütün/bahçede,^bak/şen güller,
Aşk^okuyor/vecdile^^hep /bülbüller!..
------------------------------------------------------------------- .ULVİ»
--------------------------------------------------------------------- .ULVİ»
10
mefâilün mefâilün
Karardı hep/ufuklarım,
Ben^eski bez/m i^yoklarım !..
«DERTLİ.
«Eyliyerek/muvâfakat/mukaddere,»
«Oldu rakîb/o yerlerin/misâfiri!..»
12
13
Emellerim/tâzelenir/bahar gibi,
K ederlerim /du rm az^ kar/su lar gibi!..
«ULVÎ. —
73
-------------------- 14 -------------
15
«M. Â K iF-
16
«Abdülhak HÂMİD.
74
III. REMEL BAHRÎ :
İlm ü irfan/menbaından/feyz^alanlar/kalmamıştır,
Kalm am ıştır/feyz^alanlar,/ilm ü irfan/menbaından.
------------------------------------------------------------------------------«ULVİ. --------------
Ben o şem’in/pertevinden/nûr^^lırdım ..
Nûr alırdım/ben o şem’in/pertevinden.
«ULVλ
fâilâtün fâilâtün
75
Bir gülistan/dır hayâlim,/dil şikeste/bülbülü,
Ol gülistâ/nm la tîf^ â /b -î revânî/dır sözüm!..
«NEFİ»
«FÜZÛLλ
«NEDÎM» -----------
<■Yahya KEMÂL.
76
fâilâtün feüâtün feilâtün feilün
(feilâtün) (fa’lün)
«ÜSKÜDAR»
77
Susamış top/rağın ^ ey dost!../Yoğu sensin/varı sen,
Çatlamış bir/dudağın çöl/deki rü’yâ/ları sen!..
-Faruk NÂFİZ»
78
jeüâtün feilâtün feilün
(fâüâtün) (fa’lün)
«Yahya KEMÂL»
«Yahya KEMÂL»
79
jeüâtün jeilâtün feilâtü feilâtün
«ULVİ»
feilâtün feilâtün
Beni afvet/de,^lâh ım ,
Sona ersin,/bütün^âhım !..
«ULVλ
10
müfteilün fâilün
«Sultan MUSTAFA.
80
11 ---------
müfteilûn mefâîl
«Söyle nedir/bUy^âvâz,»
«Âşıka^ey/nevâsâz?!..»
12
«tJLVÎ.
Ey benim,/kadrinî/bilmediğim!..
Göz yaşın,/şi’r ile/silmedigim!..
^ULVİ»
F: 6 81
14
Şâir, o/iltifâta/lâyıkdır,
Hayâli,/kâinâta/f âikdır!..
«ULVλ
15 --------------
•ULVİ
16
17
(Dâire-i Muhtelife)
I. MÜNSERİH BAHRİ :
--------------------------------------- 1
83
Konduğu her/gusn-i ter/m inberidir/bülbülün,
Zemzeme ad/detdigi/hutbesi fas/l-ül hitâb,
Reng-i hakî/kat nedir,/fark^,edeIl^^€b/râ^^içün,
Goncede m at/vî duran/her verak^üm /m -ül kitâb!.
«M. A k i f .
Âşıklarm /bahân,
Mest^,etdi rû/zigârı!,.
«ULVİ.
84
II. MUZARÎ BAHRİ
(1) Bu kalıp Arap aruzuna aittir. Türk nazmında müteakip şekil kul
lanılır (ikinci satır).
(2) Bu kalıbın fa’lün mefâilûn feilâtün mefâilün şeklinde takdi
edilmesi de caizdir.
(3) Bu kalıp Arap aruzuna mahsustur.
85
------------------------------- 3 ------------
A. HÂMtD
(«Fatih Türbesini Ziyaret» şi’rinden)
«Yahya KEMÂL.
«ULVÎ.
86
m ef ûlü fâüâtün m ef ûlün (m efû l) (i).
«ULVİ.
Münâcât-ı/âşıkaan,
Makaalât-ı/şâirân!..
Bülbülün/hasretidir ,/ateşîn/nağmeleri,
Her seher/vecde gelir,/seyreder/gonceleri!..
«ULVİ.
87
fâüâtü müfteüün (1).
«Semt-i yâre/ermiyeli,»
«Âh ü vâha/düştü gönül!..»
«O dildâra/dil vereli,»
«Cefâlarla/doldu gönül!..»
«Âşıkaane/âhımla ben,»
«Ab,^ü hâki/nâr^,eylerim!..»
88
IV. MÜCTES’ BAHRİ
«ULVİ. —
«Süleyman NAZİF»
89
Dumanlı dağ/lann^ağlar/gözüm de tüt/dükçe,
Olur mehâ/sin-i gurbet/de başka işkence!..
«Süleyman NAZİF»
«Yahya KEMÂL.
mejâilün feilâtün
Gerildi,^uf/kuma birden,
Dumanla^,ör/tülü dağlar!..
«ULVİ.
90
mefâilün feilât (fâilün) (1)-
•TJLVİ.
«ULVİ»
91
ÜÇÜNCÜ DAİRE
(Dâire-i Mütenevvia)
I. SERÎ BAHRİ :
«M. AK İF.
«ULVİ.
92
II. K A R ÎB B AH R Î :
93
III. CEDÎD BAH R İ :
«ULVİ.
feilâtün mefâilün
Seven^insan,/elem çeker;
Bütün^öm rün/ce yaş döker!..
.ULVt.
«ULVİ.
94
IV. H A F ÎF BAH R İ ;
«M. A K İF . ----------------
95
Sözle olmaz/vatansever/lik bak,
Böyle dâvâ/ya bin delîl/ister...
Bütün^^eglen/cen^jztırâb/olacak,
Kan döker, can/verir seven/mutlak!..
«Mahmud CEVDET»
96
V. MÜŞÂKİL BAHRÎ :
------------------------------------- 1
«Eylemezdi/o gaddâra/mümâşât,»
«Eyleseydi/gönül vasl-ı/ferâmûş!..;
»Ârifâne/münâcât»
«Eder etse/şâirân!..»
F; 7 97
DÖRDÜNCÜ DAİRE
(Dâire-i Müttefika)
I. MÜTEKAARİB BAHRİ :
•Abdülhak HÂMİD»
98
Selâmün/ aleyküm,/
— Aleyküm/selâm.
Barıştık/yüzün gül/sün^artık/ imam!..
«M. ÂKİF.
«Yahyâ KEMÂL»
99
feûlün feûlün feil
«Sözünden/dönersen/eger,»
«Yalancı/sayarlar/seni!..»
------------------- 1
«Bülbülû/güllerin,/serverî/kullarm ,»
«Hem dem î/dillerin,/rehberi/yolların!..»
100
feilün feilün feilün
101
VÂFİR B A H R İ:
müfâaletün müfâaletün
«M. ÂKİF»
K ÂM İL B A H R İ:
mütefâilün mütefâilün
Aman,^y\hmedim,/bana baksana;
Bozacak m ısın,/yine tevbeni?.
Kıracak mısın/yeniden beni?
Sakın,^y\hmedim,/gideyim deme.
-- «M. AKİF.
102
BÖLÜM VIII.
Aruzun ve Aruz Vezinlerinin Tatbikatı
CEBHEDE NAM AZ
Ahmed NEDİM
Düşmanların,/vakit vakit/gemilerden,/siperden,
Yine bolca/güIle,bom ba/savurdugu/bir gündü.
Hızlı, hızlı/geçiyordum ,/tehlikeli/bir yerden,
Birdenbire/gözlerim e,/büyük bir şey göründü:
Ateşlerin/yaladığı/bu düzlükden/geçenler,
Güllelerin/cehennemlik/yağmurundan/kaçarken,
Yolun biraz/kenarında,/tek başına/bir nefer,
Pervâsızca/bombalardan,/ateşlerden,/herşeyden,
Kendisine,/süngüsünden/bir mihrapcık/kurmuştu;
Sonra onun/karşısında/namâzına/durmuştu..
103
Ne havâda/ıslık çalan../ve düştüğü/yerlere
Kızgın çelik/dahm elerle/ölüm saçan/gülleler..
Ne, semâda/ifrit gibi/vızıldayan/tayyâre...
Ne dünyâlık/bir düşünce,/ne bir korku,/ne keder
Potinleri/yanındaydı../Onun büyük/saygısı,
Kunduralı/ibâdeti/görm üyordu/m uvâfık;
Böyle yiğit/bir yüreğin,/bütün işi,/kaygısı,
Elbet Hakkın/rızâsına/olmalıydı/mutâbık.
Kuru toprak/ü?erinde/kundurasız/kılınan
Bu namâzın,/pek uygun bir/kubbesiydi/âsümân.
Başındaki/kabalağın/gölgesine/gömülen,
Süzük gözler,/dikilm işti/o süngüden/mihrâba,
Hakk’ın büyük/dîvânında,/eli baglı/dururken.
Artık o can/kaygusunu/almıyordu/hesâba.
104
Kahramandır,/çünki toplar/etrâfmda/patlarken,
Zerre kadar/titremedi,/namâzını/bozmadı.
Dört yanına/ateş saçan,/türlü türlü/âfetden,
Sanki onu/koruyordu,/bir meleğin/kanadı..
105
Şimdi de şu şi’ri okuyunuz :
DENİZ HARBİ
AÜ Ulvi KURUCU
Bu denizler/de^ölürsem,/çıkamazsam/karaya,
Uçarım kuş/gibi Cennet/deki zümrüt/saraya!..
106
R ûhum ^olduk/ca müebbed,/ebedîdir/ömrüm,
En büyük vu s/la ta ,^ A llâ /h ’a giden yol/dur^ölüm .
Düşmanların,/vakit-vakit,/gemilerden,/siperden = 15
Yine bolca/gülle-bom ba,/savurduğu/bir gündü = 15
Hızlı hızlı/geçiyordum ,/tehlikeli/bir yerden = 15
Birdenbire/gözlerim e,/büyük bir şey/göründü = 15
108
Düşmanların/vakit vakit/gemilerden/siperden,
Yine bolca/gülle-bom ba/savurduğu/bir gündü.
Hızlı hızlı/geçiyordum /tehlikeli/bir yerden,
Birdenbire/gözlerim e/büyük bir şey/göründü.
109
Eğer bu beyitleri tam bir âhengle, ve Usûlüne uygun şekil
de okumuşsak, şöyle okumuşuzdur :
110
hecesi, sonlarında sesli harflerden (ö, ü, o) bulunduğu için açık
yânî kısa hecelerdir.
Meselâ :
111
beytinin ilk mısraının başında bulunan (bizzat) kelimesindeki
(zât) hecesi, vezin îcâbı, aruz prensiplerine uygun olarak (iki
hece) gibi, veyâ iki (â â) şeklinde uzatarak okunur. Sanki bu
kelime :
112
Her mısraın durak yerleriyle ayrılmış, birinci, ikinci, üçüncü
ve dördüncü bölümlerine, yukarıdan aşağıya doğru bakarsak,
her bölümdeki işâretlerin, nasıl birbirinin ayni olduğunu he
mencecik görürüz.
Demek oluyor ki, bu şiirdeki vezin; mısrâları yalnız hece
adetleri ve durak yerleri îtibâriyle denk tutmakla kalmıyor; ay
ni zamanda her mısraın, başından sonuna kadar bütün hecele
rini, kendilerinden sonra gelen bütün mısrâların ayni hizâdaki
heceleriyle açıklık ve kapalılık yönünden de denk getiriyor.
Sonra bu beyitlerde, durak yerlerine gelince, kelimelerin
bâzan bitmediğini, diğer durağa taştığını görüyoruz. Meselâ
yukarıdaki beyitlerde: (homurdanmaya, kanlı, göklere, kasap
hanede, filler mi, boğazlanmadadır) kelimelerinin, bu bakım
dan bölündüklerini görüyoruz.
F: 8 113
İşte; mısrâları, yalnız hece sayısı ve durak yönünden denk
tutan vezinlere de: (Hece vezni) adı verilir.
Artık, iyice anlaşılmış oluyor ki, aruz vezni ile yazılmış bir
şi’rin, kendine mahsus olan o müstesnâ âhengi; ritmi, melodisi;
aruz ilminin bu kapalı ve açık hecelere dâir kaide ve husûsi-
yetlerinden ileri gelmektedir.
Bir dil; bu husûsiyete uygun kelimeleri ne kadar çok sa
yıda ihtivâ ediyorsa, o dil; o kadar ahenkli ve o derece zen
gindir.
Aruzun dâhî üstâdı Â kif Bey’in devrinde, bizzat kendisi, ve
o devrin samimî ve ehil edib ve şâirleri tarafından kullanılan,
ve bugün Osmanlıca diye adlandırılan gerçek mânâdaki Türk
dili, bu husûsiyeti bütün cepheleriyle temsil eden, dünyânın
en geniş ve en fasih dillerinden biri idi. Bugün dahî, o devrin
dil ve âhengi ile konuşan yaşlı bir İstanbul Hanımefendisinin
konuşmasını hayranlıkla dinlemekden kendimizi alamıyoruz.
Ve bu konuşmadaki âhengi, diğer fasih dillerden hiç birinde
duyamıyoruz.
Dilimizin bu müstesnâ ahenk ve zenginliğe kavuşmasında,
ırkımızın fıtrî zevk-ı selîmi yanında, Aruz ilminin de büyük
hizmeti olduğunu inkâr edemeyiz.
Aruzun muhtelif vezinlerinde şiirler yazmak için, ehliyet
sâhibi binlerce edib ve şâirimizin, asırlar boyunca, bu vezne
uygun kelimeleri bulmak, derlemek, ve bunları Türk grame
rine tatbik ile, millî bir hüviyyete kavuşturarak kullanma gay
retlerinin; dilimizin fesâhat ve zenginliğe kavuşmasında en
mühim rolü oynadığı, İlmî ve târihî bir gerçektir!..
Aynca, ve bundan başka, Aruz; bizim millî mefkûremize
de, hayli hizmeti dokunmuş bir ilimdir. Bununla yazılan şiir
ler, hâfızaya kolayca girdiği, yânî ezberlenmesi gâyet kolay
olduğu için; ecdâdımız. Balkanları fethedip de, Sırp ve Yunan
114
gibi milletleri idâresi altına alınca, Türkçemizi, bu beldenin
Müslüman halkına kolayca öğretmek için Türkçe-Sırpca,
Türkçe-Rumca lügat kitaplarını nazım şeklinde ve aruz vez
niyle yazmışlar, ve böylece güzel dilimizin o muhît halkınca da
öğrenilmesini kolay yoldan sağlamışlardır.
Kezâ Arabca ve Farscaya âit kelimeler için, bu dillerden
Türkçeye, ve Türkçeden bu dillere aruz vezniyle, nazım hâlin
de lügat kitapları tertîb etmişler, bu sayede küçük yaştaki ço
cukların dahî bu kelimeleri kolayca öğrenmelerini temîn et
mişlerdir.
Ayni şekilde yazılmış nice dînî kitap ve ilmihallerimiz
mevcuttur. Büyük mütefekkir Ibrâhim Hakkı Erzurûmî Haz
retlerinin yazdığı :
115
BÖLÜM IX.
116
HECE V E Z N İ’NE M İS Â L :
117
Hey Rıza! Ah etsem şu dağlar erir;
Talihim ne acep cilve gösterir!
Vatan hasretiyle bana ses verir
Söğütlü dereler, dumanlı dağlar.
Hıza Tevfik BÖLÜKBAŞI
118
SERBEST N AZM ’A MİSÂL : (1).
(1) Klâsik Türk nazmında müstezad şekli, bir nevi serbest nazım in
tibaı bırakabilir. Yalnız bu «Mef’ûlû - mef’âilû - mef’âilû - feulûn» kalıbında
her mısradan sonra bir «mef’ûlu - feulûn» kalıbının eklenmesi suretinde vü
cuda getirilmiştir. Nedim’in :
Serveti fûnun edebiyatmda simetrik olmamak şartı ile daha başka vezin
kalıplarmda serbest müstezada yer verildiği olmuştur. Ahmet Haşimde ve
hattâ «Kendi Gök Kubbemiz» adlı eserindeki bazı misâllerde görüldüğü veç-
hiyle Yahya Kemal’de bunun misallerine rastlanmaktadır. Hece vezniyle ya
zılmış bulunan Halk nazmmda maniler hariç olmak üzere, serbest vezin yok
tur. Fakat yeni Türk şairlerinden bazılarının hecede serbest vezne lüzumun
dan fazla maksatlı olarak yer verdikleri ve hattâ alışılmış bulunan klâsik
hece vezni kalıplarından ayrılmayı esas tuttukları görülmektedir.
119
Destanım yapmış, kasideye kanmış
Bir el iki ahretten uzanmış,
Edeple gelip birer birer,
Öpsün diye faniler.
120
NESR’E M İS Â L :
K O N Y A ( 1)
121
bağlarının tadını alabilmek için ona yerli hayatın içinden git
mek lâzımdır. Konya tıpkı Mevleyilik gibi bir nevi initiation
ister;
Bu alışma bittikten sonra şehir yavaş yavaş size, tıpkı bu
gün için verebileceği her şeyi verdikten sonra, sizden uzakta
geçmiş çocukluğunu ve gençliğini hediye etmek isteyen, kesik,
başıboş hatırlamalarla onları anlatan güzel ve sevmesini bilen
bir kadın gibi mâzisini açar. Ve siz dinlediğiniz bu hikâyelerin
arasından sevdiğiniz, güzelliğine ve olgunluğuna hayran oldu
ğunuz kadını nasıl şimdi küçük ve nazlı bir çocuk, biraz sonra
ürkek bir genç kız ve ilk aşklarının heyecanları içinde henüz
çok tecrübesiz bir kadın olarak görür ve hiç tanımadığınız
o günlere ait bin türlü sevimliliğin, cazibenin, tuhaflığın, korku
ve telâşın, azabı arasında onu başka bir mahlûk gibi sevmeye
başlarsanız, Konya’yı bu yeni tanıdığınız hüviyetile öyle yeni
baştan, onunla beraber bu geçmiş zamanına eğilerek ve âdeta
ona hasret çekerek ve artık bu maziyi ve onun kudretini iyice
tanıdığınız için onun arasından bütün bütün sizin olacağına
bir türlü inanmıyarak sever ve tanırsınız.
122
SEC’A M İS Â L ;
(1) Hazreti Mevlâna’nın 691 inci ölüm yıl dönümünde yapılan ihtifal mü
nasebeti ile Konya’da verilen konferans serisinden.
123
olan, Türk milleti, göğsümüzü gererek tarihi şahit göstererek,
diyebiliriz ki elbette büyük milletlerden biri, ancak Muham-
med ümmeti olmamn kazandırdığı İlâhî feyizle diri, ölümler
karşısında bile dip-diridir.
Mevlâna Celâleddin-i Rumî hazretleri, büyük Türk mille
tine mensup, ulu Türk milletince mergup ve mahbub, erenler
silsilesinin başıdır. Mevlâna Celâleddin-i Rumî Hazretleri, ma
rifeti ehadiyenin müesses sabâsında kurulan, kapısında, ruha-
niyet-î Ahmediyenin mukaddes kûsu vurulan velilik yapısının
temel taşıdır. Hazreti pirin başında marifet tacı var; eşiğine
koşanlara futuvvet miracı var.
Erenler, ey Mevlâna kapısında, Mevlâya erenler!
Ey onun irşat bahçesinde gül derenler!
İsminde sırrı celâli, cisminde nuru cemâli, resminde fevzi
kemâli görenler!
Ey bu irfan ocağında o allâmeler, allâmesini ananlar!
Ey gözlerden gurup ettiği günden beri onun gönüllere do
ğan güneşi ile yananlar.
Ey Mevlânanın asırlardan beri sunageldiği hakikat ve fa
zilet şarabına kananlar!.
Ey neyde inleyenler, aziz ve muhterem dinleyenler!..
124
İnancımız şudur ki:
Bu milleti, millet yapan bütün hasletler;
Bu milletin îcâd ettiği, veya potasında eritip de kendisine
mâl ettiği bütün kıymetler, bizce mübârek ve mukaddesdir.
Milliyyetimiz, dînimiz, mazimiz, yazımız, mîmârî ve mu
sikîmiz; bütün örf ve hasletlerimiz,, böylesine mukaddesdir.
Bunlardan bazılarını, ve hattâ hepsini, ve bu arada «Aruz»u;
bilerek veyâ bilmeyerek kötüleyenler, dillerine dolayanlar ol
muş; ve bu hususta ileri-geri bâzı şeyler yazılmış ve söylen
miştir!..
(1 inci kitabın)
SONU
2 nci kitap
«ARUZ Y önünden: SAFAHAT»
Yakında neşredilecekdir.
125
BÖLÜM X .
Sozu.c
o •• 1 ‘
126
Fâik: Üstün.
Çerâğ: Lâmba, mum. kandil, aydm- Faslü’l-hitâb: Başlangıç ile asıl madde
latan. arasındaki «emmâ ba'dü» sözü.
Çe$m: Göz. Fasl-ı bahâr: Bahar mevsimi.
Fer almak: Aydınlanmak, parlamak,
süslenmek.
Ferda: Yarın.
Fesahat: Sözün açık, düzgün ve hatâ
Dâğ: Kızgın demirle vücûda açılan dan sâlim olması. Edebiyatta: K e
nişân, iz. damga. limenin tenafürü hurûftan hali
Dahme; Mezar. olması, anlamınadır.
Dâim: Devamlı. Feyz-i azîm: Büyük bolluk, feyz-ü be
Dâmen: Etek. reket, ihsan, mutluluk.
Dânây-ı hoşgâ: Tatlı dilli bilgin, iyi Fıtri: Yaratılıştan, yaratılıştan olan.
söz söyleyen âlim. Fikr: Düşünce, fikir.
Dehr: Zaman, cihan, devir, dünya. Fonetik: Bir dildeki harflerin nasıl ve
Dekaayik: Dakikalar, incelikler. nereden çıkarıldıkları takdirde
Dem: Vakit, zaman, nefes, soluk. kulağa ve ruha daha hoş gelecek
Derbeder: Kapu kapu gezen, serseri. lerini işleyen ve bunu öğreten il
Devir; Kendi etrâfında dönmek, d o min adı.
laşmak, zaman.
Dîdâr: Yüz, görm e.
Dil şikeste: Gönlü kırık.
Dilber: Gönül götüren (sevgili). Gaddar: Gadr edici, zâlim, vefâsız,
Dildâr: G önlü baskı altında tutan, soyucu, pahacı.
sevgili. Gâh: Bazı. Zaman ve yer gösteren ke
limelere katılır: Cilvegâh, güzer
gâh gibi.
Garaz: Maksat, niyet.
Güftâr: Söz, lâkırtı, şiir.
Ebediyyen: Sonsuz olarak, ebedî. Gülistan: Gül bahçesi.
Ebrâr: Doğru sözlü, hayır işleyen ol Gunne: Genizden gelen ses.
gun insanlar. Gusn-ı ter: Taze (yaş) ağaç dalı.
Ecrâm: Rûhu olmayan cisimler. Ec- GUlşen: Gül bahçesi.
râm -ı felekiyye, ecrâm -ı semâiy- Gülzar: Gül bahçesi.
ye — ulviyye. G ök cisimleri, yıl Gönce: Akılmamış gül, tomurcuk.
dızlar. Gönce dehen: Dudağı (ağzı) tom urcu
Edip: Edebiyatla uğraşan, edepli, ter ğa (açılmamış güle) benzeyen.
biyeli.
Efkâr: Fikirler, düşünceler. H
Envâr: Nurlar.
Esrar: Sırlar, gizli olan şeyler. Hâdimân: Hizmetçiler.
Eşcâr: Ağaçlar. Hâiz olmak; Mâlik olmak, sahip ol
Ezkâr: «Zikr» kelimesinin çoğuludur. mak, taşımak.
Z ikr: Arzû edilen bir şeyin zihne Halet: Hal. takdir.
dönmesi, anmak, yâdetmek, söz, Hâlık: Yaratan, yoktan var eden.
kelâm, Allah'a tasliye ve dua. Hakaayık; Hakikatler, gerçekler.
Evsâf-ı dilcû: Gönlün aradığı vasıflar. Hârika: A det ve tabiat dışında olan
Gönlü çeken özellikler. şey.
127
Hasr-ı nefs etmek: Bir şeye kendisini
tam verm ek.
Haşmet; Ululuk, büyüklük, heybet, Kâm; Arzu, merâm, İstenen şey.
azamet. Kat’etmek: Yol almak, kesmek, ayır
Hâtlf: Görünmeden seslenen, mak.
edici. Kârbân-ı aşk: Aşk kervanı.
Hazan: Güz, sonbahar. Kasvet: Katılık, sertlik, acımazlık. sı
Hemdem: Sıkı fık ı arkadaş. kıntı, iç darlığı.
Hemhal: Bir halli, bir halde olan, hal Kehkeşân: Samanuğrusu, hacılar yolu,
leri biribirine benzeyen. saman yolu.
Hezm: Kırma, vurma, parçalama. Kûşe; Köşe.
Hıyabân: İki tarafı afaçlı yol. Bulvar. Kûy-1 canan; Sevgilinin bulunduğu
Hicran; Ayrılık, unutulmaz acı. yer.
Hicrânzede: Hicranlı. hicrana uğramış. Kuzeh; Renk renk çizgi.
Hilkat; Yaratma.
Hülyâ; Kuruntu.
Humk: Ahmaklık, aptallık.
H ûr-i melek siret; Melek tabiatlı sev
L eb-i şirin: Şirin dudak.
gili.
Hüsn: Güzellik. Lem’a; Parıltı.
Hüsn-ü ân; Güzel, güzellik. Leyi; Gece.
Husn-i ezel; Başlangigsız, hudutsuz Leziz; Lezzetli.
mazinin güzeli.
Hoş meşreb; Hoş tabiatlı. M
128
Ma’kes: Akseden yer, akis yeri.
Melâhat: GüzelUk, güzel yüzlülük.
Melâl; Usanç, usanma, bıkma, sıkıl Pâmâl-l şltâ: Kışla çiğnenmiş; kışın
ma. bıkkıntı. bastırdığı.
M eleke: İnsanda tekrarla meydana Perlodik: Devri, nizam içinde işleyen.
gelen alışıklık, beceriklik. ustalık. Peri: Cin taifesinin var sayılan pek
Menşe’ : Çıkılan yer, esas, kök, yeti güzel kadını.
şilen meslek, bitirilen okul. Pervasızca: Korkusuzca.
Meş’aIe-1 İftlr&k: A yrılık meş’alesi. Pertev: Işık, parlaklık
Meşketmek; Alıştırma için yapılan Peyvest olmak: Ulaşmak, kavuşmak.
çalışma, alışma, alıştırma, (şarkı
R
için): Geçmek.
Me’yûs olm ak: Ümidi kesmek. Ümid- Raklb: Rekabet eden, gözetleyen.
siz olmak. Bâm etmek: İtaati altına almak. Tes
Muhteşem: Heybetli, azametli, debde lim almak.
beli, tantanalı. Râyiha; Hoş koku.
Musırr: İsrâr eden, ayak direyip du Redif: Arkadan gelen. Kâfiye terim-
ran. Bir fik ir veya dâvada direyip lerindendir. Manzûmede kâfiyeden
dönmeyen. sonra tekrarlanan kelime.
Muvafakat eylem ek: Uymak, boyun Rezonans: A yni fazdaki, titreşimlerin
bükmek, kabûl etmek. uyuşumu.
Mübadele: Bir şeyi diğer bir şey kar- Rltm: Sesin muntazam veya belli bir
şılığmda değişmek. ölçü dahilinde akışı. Mûsikide, şi
Mümâşât: Birlikte yürüme, yoldaşlık irde ve düzenli ve ölçülü hareket
etme, yalandan uyma, geçinmek lerde olduğu gibi.
için evet, deme. Rubaiyât: Nazım bölüm lerindendir;
Münâcat: Allah’a dua etme, yalvar K âfiyede birbirine uygun iki be
ma. Allah’a dua konulu manzume. yitten, ya’ni dört mısra’dan teşek
Müştâk: Özleyen. göreceği gelmiş kül eden nazım, ki üçüncü mısraı
olan. başka kafiyede olur, vezni de baş
N kadır.
Rû, rûy: Yüz.
Nağme: Ahenk, ezgi. avâz.
Nâmdâr: Namh. ünlü.
Nâr: Ateş. S
Nazenin: Oynak, cilveli, çok nazlı
Sabâ: Gün doğusundan esen hafif tatlı
yetiştirilmiş, şımarık.
yel, bir müzik makaamı.
Nesim: H afif ve hoşa giden rüzgâr.
Sâbit: Yerinde duran, kımıldamıyan.
Neşide; Hoşa giden beyit ve mısra, Sebât: Yerinde durma, kımıldamama.
manzûme.
Seher: Sabah açılmaya başladığı va
Nevâsâz: Çalgıcı, okuyucu.
kit. Gece uyuyamama, uykusuz
Nikap: Yüz örtüsü, peçe.
luk.
Nurâ-nûr: Nur üzerine nûr. Ser tâ be pâ: Baştan ayağa kadar.
Nûra kalbetmek: Nûra çevirmek.
Serv-i simin: Gümüş gibi saf selvi
O (boylu). Bir sütun halinde akse
den ay ışığı.
Otoınatizma: Bizatihi hareket, dıştan Serv-1 revân: Yürüyen selvi (boylu
bir te’sire tâbi olmaksızın haiz ol güzel).
duğu enerji ile kendi kendine ha Server: Baş, başkan, bir takımın en
reket etme ve ettirme gücü. ileri geleni.
F; 9 129
Seyr: Yürüme, yürüyüş, gitme, gez etmek. A llah’ın hiç bir eksikliği
me, gezinme, eğlenmek için bak ve insan vasfı bulunmadığına ina
ma. nıp söylemek.
Sırr-ı ^arîb-i Haalık; Yaradanın garib Teşbih: Tenzih etmek, noksan sıfat
s im . lardan beri kılmak. «Sübhanallah»
Sıyânet: Korumak, muhafaza etmek. sözünü söylemek.
Sihr: Büyü. Teşyî etm ek: Uğurlamak, selâmetle-
mek.
Tevlîd etm ek: Doğurmak. Meydâna
getirmek.
Tılsım: Olağanüstü etki, çare, açılma
Şahika; Y üce ve yüksek dağ tepesi; sı mümkün olmayan düğüm. Bir
doruk. takım özel yazı ve şekiller vası
şâh-dârü; Bag ilâç; şifalı İlâç mecazen tasıyla arzu edilen şeyi elde etmek
şarap. niyetiyle, etken gök kuvvetlerini,
Şâmil: Kaplayan, çerçeveleyen, genel. edilgen yer kuvvetleriyle m ezcet-
Şâirân; Şâirler. me sanatı. Efsûn. Halledilmeyen iş.
Şâyeste; Yakışık, uygun, muvafık. Tûfan: Ortalığı kaplıyan genel ve
Şebnem: Çiğ, gece yaşlığı, jâle. kuvvetli yağm ur. Nuh tûfânı.
Şehname: İranın büyük şairi Firdev- Tulû’ -û K ibriya: (Büyüklük, azamet
sî’nin meşhur epik eseri. ve ceberut sahibi) Allah'tan m ey
Şellâle: B üyük çağlayan. dana çıkma, yaratılma, dogma.
Şem’ ; Balmumu; mum. Zihne gelme. Tecelli.
Şekerhâb-ı safâ: Şeker gibi tatlı safa
uykusu. V
Şevâhik: gâhlkalar, yüce ve yüksek
dağ tepeleri. Ufûl etmek: Batmak, gurûbetmek.
Serd: Soğuk.
130
ganni.
Zem in: Yeryüzü, üzerinde nakışlar
Yar-1 perl-sûret: Peri yüzlü yar. bulunan bir şeyin asıl yüzü. Tarz,
Y âver: Yardımcı, imdatcı. Edâ.
Ye’ s; Ümitsizlik, ümit kesme. Zikr: Ağıza alma, adını söyleme, öv
me, iyilikle anma, hatıra getirme.
Allah’ın adlarını anarak hakikate
yönelme.
Zehî, zihî: Ne güzel! Ne mutlu! Zulmet: Karanhk.
Zem zem e: Ezgili ses, terennüm, te- Zulmet-1 yeldâ: Uzun gece karanlığı.
131
BÖLÜM XI.
BİBLİYOGRAFYA
132
27 — Keşifler Ansiklopedisi Yeni yazı 1960
28 — Fen ve tabiat Ansiklopedisi . » 1960
29 — Gümüş Tül — Ali Ulvi Kurucu 1962
30 — Aruz — Ahmed Aymutlu 1962
31 — İslâmdan Önceki Arab Târihi — Ter. eden Dr. Neşet Çağatay » 1963
32 — Modern Orta Atlas 1962
33 — Safahat — Mehmet Akif Bey
34 — Muncid: Luviz MâJuf El-yesûi
35 — Osmanlıca Türkçe Sözlük — M. Nihat Özön
36 — Türkçe Sözlük — Türk Dil Kurumu
37 — Collins National Dictionary 1964
38 — Dorland’s Medical Dictionary 1963
39 — Beş Şehir — Ahmet Hamdi Tanpmar
40 — Türk Dili ve Edebiyatı - Lise: I. — K. Demiray — M. N. Özön »
41 — Türk Dili ve Edebiyatı -/ Lise: IL — K. Demiray — M.N. Özön »
42 — Türk Dili ve Edebiyatı - Lise: IIL — K. Demiray — M.N. Özön »
43 — Metinlerle Türk ve Batı Edebiyatı - Lise; I. — N. S. Banarlı »
44 — Metinlerle Türk ve Batı Edebiyatı - Lise; II. — N. S. Banarlı »
45 — Metinlerle' Türk ve Batı Edebiyatı - Lise; III. — N. S. Banarlı »
46 — Bütün cepheleri ile Yahya Kemal — Hilmi Yücebaş
47 — İstanbul Şairi Yahya Kemal — Münir Süleyman Çapanoğlu
48 — Günaydm - Şür Kitabı — Fevzi Halıcı
49 — Türk Nesri Antolojisi — Vasfi Mahir Kocatürk
50 — Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor — Arif Nihat Asya
51 — Türk Edebiyatında Nazım — Hikmet İlaydın
52 — Kendi Gök Kubbemiz — Yahya Kemal
53 — Eski Şiirin Rüzgârı ile — Yahya Kemal
54 — Rubailer — Yahya Kemal
55 — Aziz İstanbul — Yahya Kemal
133
İÇİNDEKİLER
Önsöz 3-4
Bazı işaretler 5-6
İçindekiler 134
ARUZ VE AHENK
«Gümüştül» den
İSTEM E Y E R İ
C
Bateş Bayilik Teşkilâtı C
Cağaloğlu - İstanbul
Fiati: 4 Lira